Yeteneklerimizi şekillendirmede kalıtsal miras mı yoksa çevresel faktörler mi daha fazla rol oynuyor? Bugünkü bölümde yetenek ve yeteneklerin oluşumu üzerine konuşacağız.

Tüm bölümler boyunca dinleyicilerimizi ikna etmekte en çok zorlandığımız ve muhtemelen pek çoğunuzu ikna edemediğimiz konulardan birisi: Yetenek. Yetenek konusuna, özellikle podcastin üçüncü bölümünde olmak üzere pek çok bölümde değindik. Toplumdaki yetenek yanılgısının eğitimde büyük sorunlara yol açtığını iddia ettik. Sanıyorum ki biraz ilginç şeyler söyledik. Bugünkü bölümde bu konuyu biraz daha açmaya çalışacağım.

Yetenek diye bir şey var mı?

Evet, bence yetenek diye bir şey var ama yeteneğin tanımı ile toplumsal algı çok uyuşmuyor. Toplumsal algının, tanımla uyuşmadığı nokta ise yeteneğin doğuştan geldiği düşüncesi. Halbuki hiç bir insan, hiç bir işte yeterlilik ile doğmuyor. Elimizle ağzımızı bulmayı bile doğduktan sonra öğreniyoruz. Topa vurarak, oyunlar oynayarak kas hafızamızı geliştiriyoruz ve bir anda insanlar bizi, mesela, futbolda yetenekli olarak tanımlamaya başlıyor. Bu aslında sonradan edindiğimiz bir beceri ama yetenekli diye bir tanım yapıldığı zaman, yetenek ile özdeştirdiğimiz ilk düşünce onun doğuştan olması. Bundan sonra buna kalıtsal olması diyeceğim.

Sizin yerinize yetenek ile alakalı tartışmada soruyu ben güncelleyeyim. Yeteneklerimizi sonradan kazanıyor olabiliriz ama kalıtsal faktörler yeteneklerimizi şekillendirir mi?

Cevap, yine evet. Eğer anne babanız uzun boyluysa nasıl sizin de uzun boylu olma ihtimaliniz daha fazlaysa, anne-babanızın kalıtsal olarak sahip oldukları avantajları ve dezavantajları size aktarması beklenen bir durum. Mesela tek yumurta ikizlerinin IQ seviyesi, çift yumurta ikizlerine göre birbirine genellikle daha yakın oluyor. Kalıtsal faktörlerin zaten yeteneklerimizi şekillendirememesi düşünülemezdi.

Benzer şekilde çevresel faktörlerin de zekayı ve becerilerimizi etkilediğine dair kanıtlar var. Mesela aynı ortamda büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ seviyeleri, farklı ortamlarda büyüyen tek yumurta ikizlerine göre daha yakın oluyor. Bu savı destekleyen başka çalışmalar da var. Mesela okula devam edip etmememinin ya da arkadaşlarınızın IQ seviyesinin sizinkini de etkilediğini gösteren pek çok çalışma var.

Tartışmamızda can alıcı noktaya geldik. Yetenek ve zeka için kalıtsal faktörler mi yoksa çevresel faktörler mi daha önemli?

Ben cevabın çevresel olduğunu iddia edeceğim. Daha doğrusu kalıtsal mirasın rolünün daha az olduğunu iddia edeceğim. Çevresel faktörlere ayrıca bir de bireysel faktörleri etkileyeceğim. Zaten bireysel faktörler bizim eğitim düşüncemizin de temelini oluşturuyor. Benim iddiamı destekleyen üç savım var:

1-Ölçüm sorunu

Ranciere, Cahil Hoca kitabında zekayı ölçmenin zor olmasından bahsediyordu. Bunun zor olmasından ötürü de zekayı edinimlerinden tanımaya çalıştığımızı ve ortaya bir totolojik akıl yürütme ortaya çıktığını söylüyordu. Üçüncü bölümde bundan bahsetmiştik:

Çocuk neden daha zeki? Çünkü daha başarılı. Neden daha başarılı? Çünkü daha zeki.

Yani zekayı ve diğer tüm yetenekleri başarılar üzerinden değerlendirmek oldukça zor. En azından bunu bir istatistiksel model ile yapmadan pek mümkün görünmüyor.

En çok bilinen diğer metot da IQ testleri. Burada da yine aynı totoloji ile karşılaşıyoruz. Ayrıca IQ seviyesi çalışma ile yükseltilebilecek bir şey. Zeka ölçmekten ziyade kazanılmış becerileri ölçmeye yarıyor gibi…

Ayrıca aynı zekada olduğu gibi diğer yeteneklerde de ölçüm yapmak oldukça zor. Mesela benim kılıç kullanma konusunda bir yeteneğim var mı yok mu? Bunu nasıl bilebilirim? En iyi ihtimalle ilerleyen zamanlarda DNA analizi yaptırarak, şu anki teknoloji ile, belki yetenekli olma ihtimalim ölçülebilir. Mesela bu teknoloji ile kalıtsal olarak hangi hastalıklara meyilli olduğumuzu ölçebiliyor. Bunun gibi.

Neden DNA testleri bize kesin sonuçlar veremiyor? Çünkü zeka ve yeteneklerimiz geliştirilebilirler. Ayrıca sizin zeka seviyenizi ve bir konudaki potansiyel yeteneğinizi belirleyen tek bir gen yok. Bu potansiyel pek çok farklı genin bir araya gelmesi ile ortaya çıkan bir fenomen. Örneğin ders çalışmaktan daha az sıkılmanızı sağlayan bir geniniz varsa (atıyorum), bu gen aynı zamanda sizin potensiyel IQ seviyenize de etki ediyor. Aslında zekanızı doğrudan etkileyen bir gen değil ama genetiğiniz hayat tarzınıza etkisi ile zekanıza etki ediyor.

2-Çevresel faktörleri deneysel olarak kontrol etmenin zorluğu

Zekanın nasıl ölçüleceği sorununun yanı sıra başımızı ağrıtan diğer bir neden de çevresel faktörleri yeterince kontrol edememek. Çevresel faktörleri kontrol etmek zor olduğu için bu tarz ölçümlerin yapılması oldukça zor oluyor. Yine de tekrar hatırlatmak isterim, her iki argüman için de destekleyici pek çok çalışma var.

3-Bireysel tecrübenin rolü

Bu çalışmalarda ölçemediğimiz en önemli unsurun bireysel tecrübe olduğunu düşünüyorum. Podcastimizin üçüncü bölümünde Cahil Hoca kitabından alınan “irade” kavramını kullanmıştık bunun için. İnsanların tecrübelerinden nasıl etkilendikleri, nelere karar verip, neleri düşündükleri, arkadaşları ile nasıl vakit geçirdikleri… Hayatın içerisinde olan ve hatta hayatın büyük bir kısmını oluşturan bu olaylar karşısında nasıl irade gösterdikleri, zekanın gelişimi için oldukça önemlidir demiştik. Arkadaşları ile vakit geçirmek yerine evde ders çalışan bir çocuğunun zekasının, ortaya koyduğu bu irade dolayısıyla farklı bir birikime sahip olacağını söylemiştik. Diyelim ki iki farklı çocuk evlerinde ders çalışmaya karar verdi. Bu sefer evde kimin daha özverili ve verimli çalıştığını konuşmamız gerekir. On iki senelik eğitim hayatımızda, irademizde ve hayat tarzımızdaki bu ufak farklılıklar 18 yaşına geldiğimizde hepimizin çok farklı birikimlere ve edinimlere sahip olmamıza neden olur. Eğer 18 yaşına geldiğinizde futbola yeteneğiniz varsa, bu daha çok o güne kadarki birikimlerinizin bir sonucudur. Bu birikimi ise daha çok çevresel faktörler ve bireysel iradeniz belirler. Çevresel faktörlere örnek olarak aile, popüler kültür, arkadaş ortamı, eğitim müfredatı verilebilir. Sizin 18 yaşına geldiğinizde birikiminizi etkileyen diğer unsur da iradenizdir çünkü bu çevresel faktörler sizi belirli kararlar almanız için zorlar. Örneğin ders çalışmak, evde film seyretmek ya da arkadaşlarla vakit geçirmek gibi. Aldığınız bu ve bunun gibi kararlar 18 yaşında sahip olduğunuz birikimi şekillendirir.

Kalıtsal mirasın irademiz üzerinde tesiri var elbette. Ben bu etkinin çevresel faktörlerden daha zayıf olduğunu ve kişiye göre ise iradenin her ikisinden de daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bu iddiam için size çok somut bir delil sunamam. Neden böyle düşündüğümü daha iyi anlatabilmek adına iki spordan örnek vereceğim. Bu iki spor dalında başarılı olmak için neler yapılması gerektiği konusunda atıp tutacağız. Ardından bu iki spor dalı arasındaki temel farklılık üzerinde duracağız: Karmaşıklık.

Örnek: 100 Metre Koşusu

İlk örnek 100 metre koşusu. 100 meterede dünya rekorunu Hüseyin Bolt 2009’da kırmış: 9.58 saniye. 100 metre koşusu çok fazla kuralların olduğu ve yarış sırasında çok farklı stratejiler uygulayamayacağınız oldukça basit bir spor. Küçümsemek için söylemiyorum sadece karmaşıklık açısından basit olduğunu vurgulamak istedim.

Web sayfamızda linkini paylaştığım videoya bakarsanız bu basit olarak nitelendirdiğimiz 100 metre yarışlarına hazırlanmak için aslında çok farklı antreman teknikleri ve stratejileri olduğunu göreceksiniz. Her şeye rağmen bu antremanlarda ne kadar uygun ve başarılı yöntemler kullanırsanız kullanın kalıtsal faktörlerin etkisi çok fazla. Biraz önce bahsettiğim videoya göre 2021 Tokyo olimpiyatlarına kadar 40 sene boyunca Afrikalı olmayan hiç bir koşucu olimpiyat 100 metre finaline dahi çıkamamış. Bu aradaki farklılığın en önemli nedeni Afrikalıların kemik yapısındaki farklılıklar. Uzun boy, uzun bacak gibi…

Bu sporda on sene öncesine kadar, mesela, hiç bir Asyalı’nın 10 saniye barajını geçemeyeceği düşünülüyormuş. Bunu ilk kez Su Bingtian isminde Çinli bir atlet başarıyor. En büyük dezavantajı ise boyunun 1.72 metre olması. 10 saniye barajının altına düşmek için koşu tarzında ve antremanlarında büyük değişiklikler yapıyor. Yıllarca disiplinli bir şekilde antreman yapıyor. Ve sonunda 2021 Tokyo olimpiyatları 100 metre finaline kalıyor. Yarı finalde dünya 60 metre rekorunu kırıyor ve 100 metrede ise dünyadaki en hızlı onüçüncü dereceyi elde ediyor. Antremanlarını farklılaştırarak ve disiplinle çalışarak ilk kez 40 yıl sonra 100 metre finallerine katılan Afrikalı olmayan sporcu oluyor.

Bu hikayedeki mutlu sona rağmen bence bizim için güzel bir sonuç çıkmadı. Ben hala kalıtsal rolün 100 metre koşusunda marjinal farklılıklara ve sonuçlara oldukça çok tesir ettiğini düşünüyorum. İşte hipotezimi tam bu sonuç üzerine inşa ediyorum: Oyunun karmaşıklığı arttıkça kalıtsal mirasın sonuca etkisi azalır.

Oyun derken spor veya hayatın içerisindeki herhangi bir rekabet konusunu düşünebilirsiniz. Diğer örneği konuştuktan sonra bu hipotezi açalım.

Örnek: Futbol

İkinci örnek ise futbol. 100 metre koşusunun aksine artık işler oldukça karmaşık bir hal aldı. Mesela Su Bingtian futbolcu olmak isteseydi, kimse onun kemik yapısına falan bakmaya kalkmazdı. Sadece boyundan dolayı muhtemelen Stoper ve Kalecilik yapması zor olurdu. Diğer tüm pozisyonlar için şansı olurdu.

Futbol sadece takım oyunu olduğu için bile 100 metre koşusuna göre çok daha karmaşık. Diğer yandan futbolda herhangi bir pozisyondaki futbolcunun yapması gereken şeyler oldukça belirsiz. Teknik direktör oyuncudan daha defansif oynamasını, kontra için beklemesini ya da orta alana daha sık gidip gelmesini söyleyebilir. Toplu ve topsuz alanda oyuncunun uygulayabileceği çok fazla strateji var. Tüm bu stratejiler oyundaki diğer tüm futbolcular için büyük farklılık gösteriyor. Stoperin, forvetin, beklerin, kanatların, liberonun yapması gereken şeyler çok farklı. Futbolu seven bir ülke olduğumuz için tüm bunlar hakkında hemen hemen herkesin bir fikri var. Herkes de bildiği için bize basit geliyor ama aslında futbol oldukça karmaşık bir oyun.

İstatistikler konusunda bilgim yok ama sanıyorum ki çocukluktan futbolcu olmak isteyen, bunun için bir kulübe gidip disiplinli antreman yapan, bir sağlık sorunu olmayan hemen hemen herkes üst düzey bir futbolcu olabilir. Çünkü futbol karmaşık bir oyun ve kalıtsal miras başarıda daha az rol oynuyor. Önemli olan kondisyon, fizik durumu, top tekniği, toplu ve topsuz alanda oyun tarzı gibi aslında sonradan geliştirilebilecek unsurlar. Bazı çocuklar bunları sokakta oynadıkları maçlarda iyi gözlem ve biraz azim ile çok daha küçük yaşta elde ediyor. Dolayısıyla da bir kulübe gittiklerinde gelişim göstermeleri daha kolay oluyor. Yine de bu beceriler zamanla elde edilebilecek şeyler. Sanıyorum ki hiç kimse Türkiye’de üst düzey çok fazla oyuncu çıkamamasının nedeninin kalıtsal miras olduğunu düşünmüyordur. Bunun sebebi herkesin konuştuğu alt yapı sorunları.

Podcastte daha çok bilişsel öğrenme üzerinde dursak da söylediğimiz şeyler neredeyse tamamen spor dalları için de geçerli. Hatta Talha’nın yayınladığı son bölümde bahsettiği Bin Beyin Teorisi bize bilişsel ve motor öğrenmenin aynı öğrenme algoritmasının bir sonucu olduğunu da söylüyor. Podcastte genel olarak eğitim ile alakalı tartıştığımız sorunların ve yöntemlerin neredeyse tamamı spor eğitimi için de geçerli. Zaten spordaki alt yapı sorunları ve eğitim sistemindeki sorunlarımız da oldukça benzer.

Hipotezime dönelim: Oyunun karmaşıklığı arttıkça kalıtsal mirasın sonuca etkisi azalır. Sonuç olarak oyunda karmaşıklık arttıkça çevresel ve bireysel faktörlerin sonuca etkisi, kalıtsal nedenlerin önüne geçer. Her ne kadar futbolu karmaşık olarak tarif etmiş olsak da aslında kuralları belli olan ve oyuncular için belirli roller biçebildiğimiz basit bir oyun. Sadece 100 metre koşusuna kıyasla daha karmaşık. Halbuki hayatın pek çok noktasında kuralları belirli olmayan ve çok daha karmaşık “oyunlarda” rekabet ediyoruz. İş yerinde, okulda, sosyal ilişkilerde, politikada… Bu yüzden ben hayatın büyük bölümünde çevresel faktörlerin ve bireysel çabanın kalıtsal mirastan daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Kötü Haber: Kapitalizmin Kısır Döngüsü

Amacımız polyannacılık yapmak ve çalışırsanız siz de yapabilirsiniz demek değil. Ama iyi bir yaşam için öncelikle kendimizi ve dünyayı doğru anlamamız gerekiyor. Eğer kendimize ve dünyaya dair düşüncelerimiz yanlışsa, hayat bizim için daha da zorlaşır. Yetenek konusunda çevresel faktörlerin etkisi daha önemli demek aslında sanılanın aksine çok da iyi bir haber değil. Karşımıza büyük bir kısır döngü çıkıyor.

GSYH ve IQ Kaynak: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:IQ_vs_GDP_per_capita.png

Web sayfamıza bakarsanız basit bir grafik bulacaksınız. Bu grafikte ülkelere göre ortalama IQ seviyesi ve kişi başına düşen ortalama Gayri Safi Milli Hasıla var. Tahmin edeceğiniz üzere kişi başına gelir arttıkça, ortalama IQ seviyesi de artıyor. Hangisi hangisinin sebebi diye soracak olursanız, burada iki-yönlü nedensellik var. Gelir arttıkça eğitime yatırım ve dolayısıyla IQ artıyor; IQ arttıkça da ortalama gelir artıyor. Bu durum karşımıza kolay kolay aşılamayacak büyük bir eşitsizlik çıkarıyor. Bu yüzden yeteneklerin, IQ seviyesi gibi, daha çok çevresel faktörlerin bir sonucu demek aslında aşırı iyimserlik değil. Tam tersi…

Bu grafikte dikkatinizi çekmek istediğim benim hipotezimi destekleyen diğer bir unsur da şu. Ülkelere göre ortalama IQ seviyesi 50’lerden başlıyor ve 110’a kadar çıkıyor. Dikkatinizi tekrar çekmek istiyorum bu fark ortalama IQ seviyesinde. Arada bu kadar farkın olabilmesi yine çevresel faktörlerin zekanın gelişiminde ne kadar çok rol oynadığını bize gösteriyor.