Yirmi birinci bölümde “Zihinsel Pratik yöntemi” olarak adlandırdığım bir yöntemden bahsetmiştim. Sporda bunun literatürdeki karşılığı “görselleştirme yoluyla öğrenme” olarak geçiyordu. Yine benim bahsettiğim yöntemin sınıflarda “anımsayarak öğrenme” olarak adlandırılan bir izdüşümü de var. Bunlardan kısaca bahsetmiştim. Farkında olarak veya olmayarak bu yöntemleri hepimiz doğal olarak uyguluyoruz. Örneğin sınavlar… Yaptığımız sınavlar aslında bir “anımsayarak öğrenme” uygulaması. Sınavda öğrenciye sorulan sorular, ondan bir bilgiyi anımsamasını ve ardından kullanmasını gerektiriyor. Her ne kadar sınavları ölçüm amacı ile kullanıyor olsak da, sınavlar öğrenimin pekiştirilmesine yardımcı oluyor. Veya sporcular müsabakalardan sonra değerlendirmeler yapıyor. Sporcular bu esnada olayın içerisindeki kişiler olarak geçmişteki durumları anımsıyor ve aslında öğrenimlerini pekiştirmiş oluyor.
Bugünkü bölümde ise benim zihinsel pratik olarak adlandırdığım yöntemlerin verimliliğini en çok etkilediğini düşündüğüm parametreden bahsedeceğim: Çalışma belleği. Bu kavram size pek bir şey ifade etmemiş olabilir ama muhtemelen “Working memory” ifadesini duymuşsunuzdur. Sanırım Türkçe’ye en doğru tercümesi “Çalışma Belleği.” (Kulağınıza doğru çevirinin ne olduğuna dair uzun bir araştırma yapmış gibi geldiyse öyle bir şey yok. Sadece Wikipedia’daki “Working memory” sayfasının türkçesinde “Çalışma Belleği” olarak başlık atıldığını gördüm. Herhalde en doğrusu budur…)
Çalışma Belleği Nedir?
Çalışma belleği, bilginin geçici olarak tutulduğu ve MANİPÜLE EDİLEBİLDİĞİ bilişsel sisteme verilen addır. Bilginin geçici olarak tutulması kısmı genellikle kısa-dönem hafıza adlandırılır. Çalışma belleğini, kısa dönem hafızadan ayıran en önemli unsur burada bilginin manipüle edilebilmesidir. Dolayısıyla da çalışma belleği akıl yürütme ve karar alma süreçleri için çok kritik bir beceridir. Tabi çalışma belleği dediğimiz şey teorik bir kavram. Tam olarak beyinde nasıl bir süreç olduğu vs. çok net olan bir şey değil. Eğer somut olarak örnek vermek gerekirse sanırım bilgisayarlardaki RAMin fonksiyonu örnek olarak verilebilir.
Random-access memory (RAM) Benzetmes’
Açılımı Random-access memory. Bilgisayarın hafızasından, yani hard-diskten, alınan bilginin okunmasını ve değiştirilebilmesini sağlar. Random-access denilmesini sebebi sanırım RAM’deki herhangi bir bilgiye herhangi bir sıra ve düzen gözetmeksizin erişebilme imkanın olması. Örneğin bir DVD’ye dosya kaydederseniz, fiziksel olarak bilginin, DVD’de bulunduğu yere gidip bilgiyi oradan okumanız gerekir. Neyse… RAM’in bu yapısı çalışma belleğine bu yönden çok benzemektedir.
RAM’in bilgisayar hesaplamasında ne kadar önemli olduğu konusuna dalmadan, çalışma belleğine geri dönelim. Yoksa işlemci-zeka, harddisk-uzun dönem hafıza gibi benzetmelere dalarak konuyu karmaşık hale getireceğim.
Eğitim literatüründe çalışma belleği çok önemli bir kavram. Çünkü çalışma belleği kapasitesinin eğitimde uzun dönem etkileri olduğuna dair çalışmalar var. Çok ilginç bir bulgu değil aslında. Şöyle ki 12 - 7 + 3 * 5 = 20
hesabını zihninizden yapabilmeniz için kısa-dönem hafızanızda bu sayıları tutabilmeniz ve tek tek işlemleri zihninizde yapabilmeniz gerekiyor. Bu ara işlemlerin sonuçlarını da yine çalışma belleğinizde tutmanız yani işlem boyunca bu belleği sürekli güncellemeniz gerekiyor. Çalışma belleği kapasitesi ne kadar yüksekse, bu işlemleri yapmak o kadar kolaylaşıyor. Dolayısıyla çalışma belleği kapasitesi fazla olan çocukların, matematikte ve diğer derslerde benzer nedenlerden ötürü başarılı olması ilginç bir sonuç değil.
Çalışma Belleği kapasitesindeki değişimler
Çalışma belleği ile alakalı benim en önemli tespitim ise, bellek kapasitesinin zihinsel aktivitelere bağlı olarak gösterdiği varyasyonlar. Örneğin, sürekli film seyrettiğiniz ve zihinsel olarak kendinizi çok zorlamadığınız dönemlerde çalışma belleği kapasiteniz çok hızlı düşüyor. İşin iyi tarafı, aynı hızla çalışma belleği kapasitenizi toparlamanız da mümkün. Bunun yansımasını kendimde en çok satranç oynadığım zamanlarda görüyorum. Özellikle zihinsel olarak aktif olmamı gerektiren işlerin ardından, satrançtaki puanım kazandığım oyunların ardından bir tık yükseliyor. Diğer yandan, günlerim nispeten pasif geçmişse üst üst oyun kaybediyorum ve puanım belirli bir seviyeye kadar düşüyor. Tabi ki kişisel gözlemler çok güvenilir veriler değil. Ama çalışma belleği ile alakalı çalışmalar da benim bu tecrübemi destekliyor.
Çalışma Belleği geliştirilebilir mi?
Literatürdeki tartışmalı konulardan birisi de çalışma belleğinin geliştirilip geliştirilemeyeceği. “How to improve working memory?” gibi bir arama yaparsanız, karşınıza bir sürü şey çıkacak. Son bulgular, çalışma belleğindeki kapasite farkı olarak ifade ettiğimiz şeyin aslında çalışma belleğinin verimli kullanımı ile alakalı olduğunu destekliyor. Bu şu demek: Bir konuda çalışırken ya da bir problem çözmeye çalışırken, asıl fark çalışma belleğindeki bilgiyi nasıl idare ettiğinizde ortaya çıkıyor. Eğer probleme çok fazla odaklanamadıysanız, zihinsel süzgecinizden, akşam seyrettiğiniz filmden sahneler içeriye sızabiliyor. Bu da sizin problemi daha yavaş çözmenize ya da çözemenenize neden oluyor. Eğer sınıftaysanız da öğrenim kalitenizin düşmesine… Aslında çalışma belleği kapasitesi dediğimiz şey bir anlamda “odaklanabilme becerisine” dönüştü gibi… Neyse burayı çok kurcalamayalım.
Her nasıl tanımlarsak tanımlayalım, çalışma belleği antremanlarının etkili olduğuna dair pek çok bulgu var. Neden çalışma belleğinin daha verimli kullanılmasının öğrenim kapasitesini arttıracağına dair sağlam hipotezlerimiz var. Biz de işin pratik tarafına yönelelim ve bu bulguları nasıl kullanabileceğimizi konuşalım.
Zihinsel Pratik yöntemi konusunun ikinci kısmı olarak “çalışma belleğini” seçmemin önemli bir nedeni var. Zihinsel pratik yöntemi, çalışma belleğinin kapasitesini zorlamayı amaçlıyor. Örneğin, bir spor hareketini zihninizde görselleştirirken, tüm dikkatinizi buna vermeniz ve bu görselleştirmeye mümkün mertebe detay eklemeniz lazım. Bu zihinsel görselleştirmenin kalitesini artması ve dolayısıyla öğrenim kalitesinin artması anlamına geliyor. Bu yüzden zihinsel pratik yönteminin uygulanabilmesi için, çalışma belleğinin ne kadar kritik olduğunu anlamamız lazım. İki önemli noktanın altını tekrar vurgulayalım:
- Çalışma belleği ve IQ gibi zeka ölçümleri arasında yüksek korelasyon var. Bu yüzden düşünebilme kapasitemiz ve akıl yürütme kalitemiz için çalışma belleği oldukça önemli bir parametre. Kısa vadede çalışma belleği kapasitesi veya verimliliği çok fazla değişkenlik gösterebilir.
- İkinci nokta aslında oldukça önemli. Keyfinizin olmadığı, kafanızın dağınık olduğu durumlarda kendinizi basit yöntemlerle toparlamanız mümkün. Örneğin, sudoku her ne kadar tartışmalı olsa da çalışma belleğini geliştirdiği düşünülen popüler bir bulmaca türü. Bu bulmacanın çalışma belleğini geliştirdiği düşünülüyor çünkü sudoku çözerken bir kaç hamle ilerisini düşünmeniz gerekiyor. Mesela,
Bu kareye 2 koyarsam, üst alandaki aynı çizgiye 2 yerleştiremem. Üst alanda 2 yerleştirebileceğim sadece iki nokta kalır. Eğer bu iki noktadan ilkine koyarsam yatayda sağdaki alanda 2 koyabileceğim sadece bir nokta kalır. Ama bu noktaya 2 yerleştirdiğim zaman düşeyde 2 tane iki olacağı için biraz önce seçtiğim nokta hatalı olmalı. Diğer yandan iki noktadan ikincisine 2 koyarsam yatayda başka bir 2 ile çelişecek. Bu yüzden 2 koyduğum ilk kare hatalı bir tercih.
Bu uzun akıl yürütmenin ardından sadece seçtiğiniz karenin 2 olmadığını anlamış olursunuz. Bu şekilde sudoku çözmek, çalışma belleğini kullanmaya zorladığı için faydalı olduğu düşünülüyor ama bilimsel olarak tartışmalı bir konu. Ben ise bu tartışmalarda sudokunun tarafını tutuyorum. Biraz önce ifade ettiğim gibi, kafanızın dağınık olduğu zamanlarda özellikle çok faydalı olduğunu kendimde gözlemledim. En son ALES sınavına hazırlanmak için son iki üç gün zor sudoku bulmacaları çözmüştüm. Ben işe yaradığını düşünüyorum ama bilimsel çalışmalar karışık sonuçlar veriyor. Bu yüzden net bir şey söylemek istemiyorum.
Sudokunun işe yarayıp yaramadığı ayrıca tartışılabilir ama zihinsel pratik yapabilmek de bir pratik istiyor. Örneğin zihinsel görselleştirme yapabilmek ve sahip olduğunuz bilgileri anımsayıp başkalarına anlatabilmek aslında birer beceri. Bu öğrenme yöntemlerinin verimliliği de pratik yaptıkça artıyor. Mesela, yeni bir konu öğrendiniz. Bunu pekiştirmek için yapabileceğiniz en iyi şey soru çözmek. Soru karşınıza çıkınca konu bilgisini önce ANIMSAYABİLMENİZ lazım. Ardından o bilgiyi veya bilgiler bütününü soruyu cevaplayabilmek için kullanabilmeniz lazım. Buradaki en kritik nokta şu: Başarısız olduğunuz zaman, daha çok çabalamak. Soruyu öğretmene sormayın ya da cevaba bakmayın. Çözemezseniz kenara koyun bir gün sonra tekrar bakın. Belki akşam eve dönerken otobüste soru tekrar aklınıza gelecek ve zihninizde çözmeye çalışacaksınız. Bilgiyi anımsayabilme/hatırlama ve ardından kullanabilme beceriniz en iyi bu şekilde gelişir. Eğer cevaba hemen bakar ya da soruyu başkasına sorarsanız, karşınıza tekrar çıktığı zaman muhtemelen yine çözemeyeceksiniz. Soru ile uğraşmadan sürekli öğretmenlere soru soran öğrencilerin öğrenme süreçlerinin bu yüzden çok yavaş olduğunu düşünüyorum.
Spordan da bir örnek verelim. Bir santrafor oyuncusunun, kaybedilen bir maçın ardından, duşta zihninde sürekli pozisyonlar canlanıyor. Halı saha tecrübelerime dayanarak, profesyonel oyuncuların da benzer şeyler yaşadığını zannediyorum. Neyse… Oyuncunun kafasında dönen şeyler ya kendine ya da dışsal faktörlere odaklı oluyor.
- Kendi hataları ve iyi yaptığı şeyler. Hatalı pozisyonlarında, ne yapmalıydı? Hangi alternatif aksiyonların sonuç verme ihtimali daha yüksek? Karşıdaki defans oyuncusunun ne gibi zaafları vardı? Bu zaaflar nasıl kullanılabilirdi?
- ya da… Takım arkadaşının kendisine ettiği küfüre nasıl tepki vermeliydi? Hakem neden maçı bu kadar kötü yönetti? Taraftarlar kendisine neden haksızlık ediyor? Takım neden farklı bir dizilim denemiyor.
Muhtemelen tüm oyuncular hem kendilerine hem de dışsal faktörlere odaklanıp, maçın analizini zihinlerinde yapıyordur. Ben, bazı oyuncuların birinci tarzda, bazı oyuncuların ikinci tarzda düşünmeye meyilli olduğunu düşünüyorum. Birinci tarzda düşünme ve olayları değerlendirebilmeye yatkın olan oyuncuların kendilerini daha hızlı geliştirdiklerini söyleyebilirim. Sanırım bu duruma uygun son zamanlarda çok sık karşıma çıkan “yemin edebilirim ama ispat edemem” gibi bir ifade vardı. Tam olarak düşüncelerimi açıklıyor. Birinci tarzda düşünen sporcular sürekli kafalarında oyun oynarlar. Bu görselleştirme sadece oyun sırasında aldıkları kararların daha iyi olmasını sağlamaz, aynı zamanda bilimsel çalışmalar, bize görselleştirme yönteminin kas hafızasının gelişmesini bile sağladığını gösteriyor.
Özetlemek gerekirse zihinsel pratik yöntemi bilerek veya bilmeyerek hepimizin kullandığı bir doğal bir öğrenme yöntemi. Zihnimizde halihazırda bulunan bilgilerin anımsanarak veya görselleştirerek, pratik yapıyor ve öğrenimimizi pekiştiriyoruz. Sporcular ya da belirli konularda çalışan insanlar, insanın bu doğal pratik yöntemini kullanarak verimliliklerini arttırabilir. Yöntemin verimliliğinin ön koşulu ise çalışma belleğinin geliştirilmesi. Ya da verimliliğinin arttırılması… Bilimsel olarak hangi ifade doğru henüz net değil. Soru çözmek, sık sık zihinsel görselleştirme antremanları yapmak, öğrenilen konuları başkalarına anlatmak, sudoku gibi çalışma belleğini zorlayan oyunlar oynamak gibi yöntemlerle çalışma belleği geliştirilebilir.