Eğitim konusuna önce felsefesi ile başladık. Burada hem kendi tecrübemiz hem de başkalarının tecrübelerinden faydalanarak bir düşünce ortaya koymaya çalıştık. Ki hala bunun için çabalamaya devam ediyoruz. İşin bilimsel boyutunu ihmal etmemekle birlikte bunu ikinci plana attık. En azından benim için eğitimin felsefesi biliminden önce geliyor. Çünkü bilimsel bulguları yorumlamak sanıldığı kadar kolay değil. Yani bilimsel bir veriyi baz alarak “nasıl yaşamalıyız” ya da “şimdi ne yapmalıyız” gibi soruları yanıtlamak sanıldığı kadar basit bir şey değil.

Yine de bu bölümde işin nöroloji tarafına bir bakış atarak, mevcut bilimsel bulgular ile iddialarımızın tutarlı olduğunu göstermeye çalışacağım. Hatta bunun için çok fazla deney, kavram da kullanmayacağım. Sadece beyin plastisitesi üzerinden konuştuğumuz pek çok konuyu ele alacağım. Öncelikle tanım ile başlayalım: Beyin plastisitesi nedir?

Plastisite kavramı yerine, nöroplastisite ya da nöral plastisite kavramları da kullanılıyor. Ben bundan sonra kısaca plastisite diyeceğim. Plastisite beyindeki nöronların oluşum ve bu nöronların organizasyonun biçimine verilen bir isim. Plastisite beynin işleyişini anlatması bakımından çok uygun bir kavram. Zira, plastisite kelimesi şekil değiştirebilen, farklı formlar alabilen anlamına geliyor. Diğer yandan plastik maddesine benzetilen beyin her ne kadar şekil değiştirebilir olsa da katı olarak da betimlenmiş oluyor. Yani kelimede aslında biraz sertlik vurgusu da var.

Elbette biz plastisiteyi öğrenme konusu üzerinden ele alacağız. Öğrenme faaliyeti gerçekleştiği zaman beynin yapısı yani şekli değişiyor. Çok kaba bir benzetme yaparsak, ağaç köklerinin toprağın altında uzamasını ve dağılmasını tasavvur edebilirsiniz. Mesela araba kullanmayı öğrendiğinizi düşünün. Araba kullanmak çok kompleks bir öğrenme biçimidir. Arabanın kullanılabilmesi için birden fazla refleks geliştirmeniz gerekir. Mesela manuel araç kullanıyorsanız önce debriyaja basıp, vites değiştirip, debriyajı salıp ardından gaza basmanız lazım. Sola ve sağa dönüşlerde sinyal vermeniz, aynaları kontrol etmeniz lazım. Bu arada yoldaki diğer araçların konumları da aşağı yukarı zihninizde olması lazım. Kısaca araba düşünerek sürülemez. Refleksler ile sürülür. Bu reflekslerin gelişmesi için de pratik yapmak gerekir. İşte pratik yaparken beyninizin bir bölgesinde nöronlar şekil değiştirir. Dediğim gibi büyüyen bir kök yapısı hayal edebilirsiniz. Pratik yaptıkça beyninizde bir bölgede nöranlar yapı değiştirir yani kök salar. Zamanla arabayı daha rahat kullanmaya başlarsınız.

Beyindeki bu yapısal değişimi, plastisiteyi tetikleyen unsur pratik demiştik. Bunu bir kenara not ederek devam edelim. Arabayı özgüvenle kullanmaya başladığınız anda bu yapısal değişim durur. Öğrenme sona ermemişse bile çok yavaş olur. Beyin plastisitesi ile alakalı en önemli bulgulardan birisine geldik. Beyindeki öğrenmenin, yani bu yapısal değişimin hızı pek çok faktöre göre değişebilir. Bunlardan en önemlisi nedir biliyor musunuz? Hata yapmak! Hata yaptığınız zaman stres yaşarsınız. Bilinçaltı bir sorunla karşılaştığınızı hisseder ve öğrenme sürecini hızlandırır çünkü sorunun düzeltilmesi gerekir. Bu hususu bölümün ilerleyen kısımlarında birkaç kere daha hatırlatacağım. Biraz önce kenara not almıştık. Plastisiteyi yani öğrenmeyi tetikleyen şey pratik yapmak demiştik. Beyindeki plastisiteyi hızlandıran şey eğer hata yapmak ise, o zaman nasıl pratik yapmamız gerektiği, yani bir konuyu verimli bir biçimde nasıl öğrenebileceğimizi bu husus üzerinden konuşabiliriz.

Bu konuya geçmeden önce beynin sahip olduğu bu mükemmel özellik, öğrenme biçimi üzerinden biraz daha durmak istiyorum. Plastisite beynin o kadar güçlü ve inanılmaz bir özelliği ki çok ilginç şartlara uyum sağlayabilmemizi sağlıyor. Mesela görüş açınızı bozan bir gözlük taktığınızı düşünün. Bu gözlük etrafınızdaki nesneleri yanlış açılarda görmenize neden oluyor. Hatta basit düşünelim. Diyelim ki bu gözlük görüntünüzü 90 derece saat yönünde çeviriyor. Böyle bir durumda nesneleri tutmak, yürümek, spor yapmak sizin için çok zor olacaktır. Ama bu stresli durumda beyniniz “hata sinyallerini” alarak size bu duruma alışabilmeniz için plastisiteyi aktif hale getirerek, yeni refleksler geliştirmenize yardımcı olacaktır. Bir süre sonra bu bozuk bakış açısı ile yaşayabilecek hale geleceksiniz. Benzer örnekler için bölüm sonunda vereceğim kaynağa göz atabilirsiniz.

Avustralya’ya geldiğim zaman trafiğin soldan akması konusunda benzer bir tecrübe yaşadım. Arabanın koltuğunun sağ tarafta olmasına alışmak dahi çok zor oldu. Diğer yandan eski refleklerim beni pek çok defa tehlikeye soktu. Sinyal vermek için silecekleri çalıştırdım, arabanın sol tekeri sol şerit çizgisi üzerinde gittim ve hatta birkaç kere ters şeride girdim. Bir keresinde ters şeritte giderken karşımdan gelen arabalara “ters şeritte gittikleri için kızdım.” O kadar alışmışım ki ters şeride girdiğimi arabadan indikten sonra anladım. Yaptığım bu hatalar ters şeride alışma sürecimi hızlandırdı. Çok kısa zamanda beynim bu duruma adapte oldu ve yeni refleksler geliştirdi.

Hata yapmak konusuna podcastin konusu bağlamında geri dönelim. Şimdi tahtada bir şeyler anlatan bir öğretmeden bir şeyler öğrenmenin neden kötü bir öğrenme biçimi olduğunu tekrar söyleyeceğiz. İlk bölümlerde çokça konuşmuştuk. Cahil Hoca kitabının yazarı Jacques Ranciere açıklayıcı eğitime, yani mevcut geleneksel eğitim sistemine aptallaştırıcı eğitim demişti. Bilimsel bulgulardan ziyade bireysel tecrübelerden yola çıkmıştı. Şimdi söylediği şey aslında plastisite çalışmaları tarafından da teyit ediliyor. Plastisite konusundaki bu basit bulgular neden sınıfta öğrenmenin verimsiz olduğunu bize açıkça gösteriyor. Tahtada öğretmen ders anlatırken öğrenci pasif durumda kalarak hata yapma imkanına sahip değildir. Halbuki kendi başına konuya çalışan, soru çözmeye çalışan öğrenci hata yapacak ve plastisiteyi daha aktif kullanacatır. Böylece daha hızlı öğrenecektir. Hata derken soru çözememek olarak düşünmeyin. Hata derken, soru çözememenin yanı sıra, konuyu anlamamak, öğrendikleri arasında çelişkili durumlar fark etmek, daha önce öğrendikleri ile ilişkilendirememek gibi şeyleri kast ediyorum. (Bu hata yapma konusundaki tespit çok önemli bence, beni hayli düşündürdü. Özellikle aklımdan geçen birçok şeyi yazmaya pek cesaret edememe sebebim hatalı bir şey söylemekten hayli çekiniyor olmam. Benim gibi birçok kişi de yapmak istediği şeylerden hata çekincesi ile vazgeçerek kendi gelişimine kendisi engel oluyor olabilir.)

Yine aynı bulgu bize neden ihtiyaç halinde öğrenmenin daha verimli olduğunu da anlatır. Çünkü ihtiyaç sizin sonuçlara odaklanmanıza neden olur. Sonuca ulaşamadığınız zaman stres yaşarsınız. Bu stres plastisiteyi aktif hale getirir. Mesela Avustralya’ya gelmeden önce eşim uzun süre ingilizce pratiği yaptı. Buraya geldiği zaman ise alışveriş yapabilmesi ve bir işte çalışabilmesi için ingilizceyi öğrenmesi gerekti. Bu arada insanları anlamakta zorlandı, derdini anlatamadı ve tüm bunlar öğrenme sürecini hızlandırdı. Birkaç ayda konuşmaya ve anlamaya başladı. Bunlar aslında hepimizin bildiği örnekler ama ben plastisite kavramı üzerinden tekrar ele alıyorum. Amacım söylediğimiz şeylerin sadece felsefi ve ütopik şeyler olmadığını, bilimsel bulgularla ve kişisel tecrübelerle de tutarlı olduğunu göstermek.

Dikkatli dinleyecilerimizin aklına “Öğrenmek ve Kompozisyon Yazmak” isimli bölüm gelmiştir sanıyorum. Burada bloom taksomisinden ve öğrenme hiyerarşisinden bahsetmiştim. Kısaca hatırlatmak gerekirse, Bloom taksonomisi, öğrenmeyi hiyerarşi bir biçimde ele alır. Sırasıyla bilmek(yani ezberlemek), anlamak, uygulamak, analiz, değerlendirme ve sentez olarak sıralanmaktadır. Bu bölümde ezberin kötü bir şey olmadığı ama öğrenim faaliyetlerinin öğrencileri analiz, değerlendirme ve sentez gibi üst düzey akıl yürütmeye zorlaması gerektiğini söylemiştim. Bu sıralamada dikkatinizi çekmek istediğim en önemli husus şu: Piramidin yukarısında hata yapma ihtimaliniz daha yüksektir. Yani bilgi ezberlerken hata yapmak çok zor iken, analiz, değerlendirme ve sentez yaparken hata yapma ihtimaliniz artıyor. Bu bölümde mesela “öğreterek öğrenmekten” ve “kompozisyon yazmaktan” bahsetmiştim. Bu tür faaliyetlerin sizi piramidin yukarısına çıkmaya zorladığı ve bu yüzden konuyu iyi öğrendiğinizi söylemiştik. İşin bilimsel tarafını ise bize plastisite açıklıyor. Piramidin yukarısına çıkmaya çalışırken çok hata yapıyor ve öğrenme sürecini hızlandırıyorsunuz. Bu yüzden öğrenirken çıtayı yukarıya çıkarmak her zaman en verimli yöntemdir.

Son söylediğim şeyin daha iyi anlaşılabilmesi için üniversite sınavına hazırlanılırken yapılan büyük bir hatadan bahsedeceğim: Konulara baştan çalışmak. Hem kendi arkadaşlarımda hem de küçüklerimde bu hayali planı pek çok defa gözlemledim. On ikinci sınıfa gelen öğrenci üniversite sınavına hazırlanırken, aslında dokuzuncu ve onuncu sınıf konularını çok fazla unutmamasına rağmen, konuyu tam olarak bilmediğinden ötürü bilmediği konulara değil de eski konulara çalışarak başlıyor. Plan şu: Dokuzdan gelerek on ikinci sınıfa kadar bütün konuları süpürmek. Üniversite sınavına da bütün konuları çok iyi öğrenmiş olarak girecek. Net bir plan ama işe yaramayacak. Bunu planı çok nadiren başarı ile uygunlandığını gördüm. Aslında bunu uygulayabildiğini bildiğim tek kişi Talha :D Ama başaran kişiler muhtemelen sınavda daha iyi bir sonuç alma fırsatını kaçırdılar. :( Çünkü yapılan çalışmalar bu tarz bir çalışma şeklinin plastisiteyi yavaşlatacağını söylüyor. Bildiğiniz konuları tekrar ettiğiniz bir çalışma yerine çok az bildiğiniz bir konuya çalışırsanız plastisite daha aktif oluyor. Halbuki henüz sene başı. Motivasyon ve enerji yüksek. Ama bu dönemi plastisitenin zayıf olduğu bir öğrenme süreci ile geçirmiş oluyorsunuz.

En verimli öğrenme biçimi hangisi o zaman? Nasıl çalışmalıyız? Öğrenciye ve öğrencinin şartlarına göre bu sorunun cevabı değişecektir. Plastisiteye dair bahsettiklerimize dayanarak örnek bir çalışma yöntemi anlatabilirim. Siz bunu değiştirip farklı versiyonlarını uygulayabilirsiniz. Dediğim gibi öğrencinin şartlarına ve çalışma dönemine göre uygulanması gereken stratejiler değişebilir. 11 sınıfı yeni bitirmiş, 9. ve 10. sınıfın konularını çok değil ama az buçuk hatırlayan bir öğrenci olduğunuzu varsayalım. Yaz tatilinizde çalışmaya başlamak istiyorsunuz. Bu dönemde yapabileceğiniz verimli çalışma yöntemlerinden birisi dokuzuncu ve onuncu sınıf konularını kapsayan deneme sınavları çözmek. Çok yanlışınız olması ya da konuları tam olarak hatırlamamanız önemli değil. Yaz tatilinizi zehir ederek saatlerce çalışmanıza da gerek yok. Benim önerim: Haftada bir adet deneme çözün. Süre tutun. Haftanın kalan altı gününde çözemediğiniz sorunların çözümlerini anlamaya çalışarak geçirin. Altını çizerek söylemek istiyorum: Tam olarak anlamadığınız ama doğru yaptığınız soruları da es geçmeyin. Bu soruları başkalarına sormayın. 1 hafta boyunca sorunun cevabını anlamak için çabalayın. Cevabı anlamak için kitaplara başvurun. Eğer 1 haftadan kısa sürede bitirdiyseniz, bence kalan vaktinizi kitap okumak, sosyalleşmek, spor yapmak gibi üniversite sınavında başarınıza dolaylı olarak faydalı olacak şeylerle geçirin. Eğer tüm soruları bitremediyseniz, yapamadığınız sorulara ilerleyen haftalarda tekrar bakmak için kenara saklayın. Altın kural sabırla tüm yaz tatili boyunca bu programa uymak. Dikkat ettiyseniz oldukça gevşek bir çalışma programı hazırladım. Uygulamak çok zor olmasa gerek. Bu yöntem ile dokuz ve onuncu sınıf konularını hatırlamakla kalmayacak, soru çözme becerinizi geliştirecek, yaptığınız hatalar plastisitenizi aktif hale getireceği için çok daha verimli bir çalışma yapacaksınız. Bu tarz çalışmalarda öğrenilen şeyler daha kalıcı olur. Diğer bir alternatif de tabi yaz döneminde dershaneye giderek hocaları dinlemek.

Hata konusunda son bir noktayı daha vurgulayarak bitirelim. Hata yapmak herkeste farklı etkilere sebep olacaktır elbette. Mesela teknik olarak aynı hatayı yapan iki kişide bu hatanın yansımaları farklı olacaktır. Birisi yaptığı hatayı umursamazken diğeri yaptığı hatadan dolayı gece uyuyamayabilir. İşte gece uyuyamadığımız her an beynimiz bizim bu kötü tecrübeden ders çıkarabilmemiz için aktif haldedir. Yaşanan stres, heyecan ya da tramva ne kadar büyükse beyindeki değişim ve değişim hızı o kadar fazla olur. Hataya verilen tepkileri karakteriniz, dünya görüşünüz, içinde bulunduğunuz ortam gibi pek çok şey etkileyebilir. Bu yüzden bilimsel bulgular bize bu noktada tek başına yön gösteremez. Ama kendisini iyi tanıyan amacını bilen insanlar plastisite konusunda hiçbir bilgi sahibi olmasa bile etkin bir öğrenme alışkanlıklarına sahip olabilir. Sanıyorum ki Cahil Hoca kitabındaki Joseph Jacotot da bu kişilerden birisi. Bu yüzden ben de eğitim felsefesinin bilimsel bulgulardan önce geldiğini düşünüyorum.

Bugün plastisite ile alakalı bahsetmek istediğim son konuya gelelim. 25 yaş öncesinde beyin plastisitesi daha aktiftir. 25 yaşından sonra kayboluyor değil ama aktif olması için bazı koşulların sağlanması gerekiyor. Plastisiteyi aktif hale getirmek için de pek çok farklı yöntem mevcut. Bunlara web sitemizde paylaştığım kaynaktan ulaşabilirsiniz. Konuya geri dönelim. 25 yaşından gençlerde beyin plastisitesi çok aktif demiştim. Yetişkinlerde plastisitenin aktif olması için pek çok şartın oluşması gerekirken, gençlerde pasif bir etkileşimde olsa bile beyin plastsitesi oldukça aktif bir durumda oluyor. Bu yüzden çocuklar yetişkinlere göre daha kolay öğreniyor. Çocukluk döneminde sahip olunan aktif plastisite bize çok çok önemli bir husus hatırlatıyor: Çok yönlülük. Hatırlarsınız neredeyse her bölümde tekrar ettiğimiz hususlardan biri. İnsanlar çok yönlüdür. İnsanlar belirli konularda yeteneklerle doğmazlar. Birden fazla konuda uzmanlık kazanabilirler. Bunları sürekli tekrar ediyoruz. Hatta internette gördüğüm birkaç videoya sinirlenerek bu konuda “Bu ders ne işime yarayacak?” isimli bir bölüm çektim. Çünkü toplumda çocukların yeteneklerinin keşfedilip yönlendirilmesi gerektiği gibi bir yanılgı var. Bu tamamen insanı tanımamak ve eğitimi anlamamaktır demiştim. Sayısalcı veya sözelci olsa da bütün derslerin her öğrenci tarafından öğrenilmesini gerektiğini söylemiştim. Aslında durum bununla sınırlı değil. Öğrencilerin dersler dışında da sürekli bir şeyler öğrenmeleri lazım. Çünkü 25 yaşına kadar çocuklar çok aktif bir plastisiteye sahipler. Birbiri ile alakalı alakasız pek çok beceri kazanabilirler. Mesela bir öğrenci aynı anda yabancı dil, enstrüman, matematik ve edebiyat öğrenmeyi yadırgamamalı. Öğreneceği şeylere karar verebilir ama bunlar mümkün olduğunca çeşitli olmalı. Zamanla karakteri oturdukça öğrendiği şeylerden bazıları daha çok ilgisini çekecek. Büyüdüğü zaman bu seçimin mümkün olabilmesi için bu çok yönlülüğe çocuklukta sahip olmak hayatını kolaylaştıracaktır.

Bu arada hep akademik örnekler veriyorum ama öğrenim elbette bunlarla sınırlı değil. Bir çocuk erken yaşta zanaat da öğrenebilir spor da yapabilir. Söylediğim şey, bunları yaparken çocukların tüm enerjilerinin tek bir alana kanalize edilmemesi gerektiği. Diğer yandan onları müzikle uğraşmaları için, ders çalışmaları için, hatta arkadaşları ile sosyalleşmeleri için de teşvik etmeliyiz. Bunun da en güzel ve kanımcı tek etkili yolu örneklik. Örneklik konusuna da ilerleyen bölümlerde tekrar değiniriz.

Ben bu bölümde bahsettiğim şeyleri pek çok kaynaktan derledim. Kaynakçamı derleme imkanım yoktu. Söylediğim şeylerin teyit edilebilmesi için sonradan bir kaç kaynak buldum. Bunlar arasından birisi gerçekten çok iyi. Hatta benim söylediklerimden çok daha fazlası var. Ben sadece iki husustan ve bunların bizim önceki bölümlerle söylediklerimizle ilişkisinden bahsettim. Birincisi, hata yapmanın plastisiteye etkisi. İkincisi de genç iken sahip olunan aktif plastisite. Burada bahsettiğim iki husus Stanford Üniversiteside çalışan Andrew Huberman isimli bir nörobilimcinin çektiği bir podcast bölümünde teyit edebilirsiniz. Bu arada Dr. Huberman da bu bölümde genç arkadaşlara olabildiğince alakalı alakasız farklı konularda şeyler öğrenmesini tavsiye ediyor. Linki web sitemizde bulabilirsiniz.

https://open.spotify.com/episode/0p9sgSEE3cKbNdIfNnzJid?si=b725a320e8304627&nd=1