Geçtiğimiz aylarda podcasti ve podcastte işlediğimiz konuları bir grup arkadaşla konuştuk. Podcast konularını yeniden ele aldık. Bu konuya neden önem verdiğimizi anlattım. Bu konuşmada bir soru farklı şekillerde bana birkaç kere soruldu. Muhtemelen konuşma boyunca pek çok arkadaş kendi iç dünyasında bu sorunun cevabını arıyordu. Soruyu şu şekilde yuvarlayabilirim: “Bireysel çalışmanın önemli olduğunun farkındayım ama çalışma motivasyonumu koruyamıyorum. Bunu nasıl aşabiliriz?”

Bu soru bizim inşa etmeye çalıştığımız felsefenin en büyük zorluğu diyebilirim. Söylemeye çalıştığımız şey, insanların sorumluluklarının farkında olup, bireysel olarak kendilerini eğitebilecekleri. Hatta bunun farklı bir biçiminin hem verimsiz hem de felsefi olarak sıkıntılı olduğuydu. Öğrenmek nediri yeniden konuştuk, neden bireysel öğrenmenin verimli olduğunu farklı bakış açılarından anlattık ve mevcut eğitim anlayışının insanın zihinsel özgürleşmesine nasıl ket vurduğunu anlattık. İlerleyen bölümlerde bu minvalde yeni bölümler de çekmeye devam edeceğiz. Bu bölümde ise bireysel çalışma motivasyonu hakkında konuşacağız.

Birincisi ve en önemlisi: Sorunlu eğitim anlayışı. Zaten podcastte bizim çözmeye çalıştığımız mesele de bu. Eğer toplumdaki eğitim düşüncesi, ki zaten halihazırdaki anlayış bu şekilde, insanı “eğitilecek” bir varlık olarak görüyorsa, toplumda bireysel öğrenme motivasyonu zayıf kalır. Sürüdeki koyun, kaliteli bir eğitim ve öğretime sahip olması için sürünün hareket etmesi gerektiğine inanıyorsa, sürüden ayrılmaz. Kendisi inisiyatif almaz çünkü sürüden ayrılmak aklına bile gelmez. Gerçekliği çok basitleştirdiğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Pek çok kişi iyi eğitim alınabilmesi için eğitim sisteminin düzeltilmesi gerektiğine şartlanmış durumda. Eğer böyle bir şartlanmanız yoksa bu durumda sürüden ayrılmak çok zor olur. Çok ders çalışırsanız inek olursunuz, eğer daha çok ders çalışmak yerine resim yapmaya vakit ayırırsanız babanız kızar, eğer üniversite sınavında iyi yapmışsanız tıp okumadığınız için ayıplanırsınız, memur olmak yerine girişimcilikle uğraşırsanız hayatınızı mahvetmiş olursunuz. Böyle söylenir çünkü sürüden ayrılmak risk almak demektir ve sizi sevenler tehlikeye atıldığınızı düşünür. Aslında bu riskler düşünüldüğü kadar yüksek değildir ve risk alan bireylerin sayısı arttıkça hem bu riskler azalır hem de tüm toplumun ekonomik refahı yükselir. Biraz önce dediğim gibi bahsettiğimiz müteşebbis ruhuna ket vuran en önemli unsur da yanlış eğitim anlayışıdır. Yani bizim podcastimizin konusu.

Toplumsal uyanış sağlamak gibi bir hedefimiz olduğu sanılmasın. Podcast dinleyicilerine söylediğimiz şey: Neden sürüden ayrılmamız gerektiği. Yani topluma değil bireye hitap ediyoruz. Her ne kadar toplumu değiştirmek büyük ve neredeyse imkansız bir hayal olsa da önceki bölümlerde kendi çevremize tesir edebileceğimizden bahsetmiştik. Buna akran etkisi de diyebiliriz. Eğitim ekonomisinde ingilizcesi “peer effects” olarak geçer. Bu konuda yapılan pek çok çalışma var. Bu çalışmalar sınıfınızdaki arkadaşınızın ya da sosyal ilişkiler içerisinde bulunduğunuz kişilerin sizin başarınıza tesir ettiğine dair kanıtlar sunuyor. Çok ilginç değil, biliyorum. Hepimiz çocuklarımızı boşu boşuna iyi okullara göndermek istemiyoruz. Aslında bu bakış açısı bize nasıl bireysel çalışma motivasyonunu sağlayabileceğimizi de söylüyor: Küçük arkadaş grupları ile birlikte çalışmak. Aynı veya farklı konularda… Eğer yakın arkadaşınız bireysel olarak bir şeyler öğrenebilen birisi ise, bu durum sizin için normalleşir. Yani sürüden ayrılmak sizi daha az korkutur. Aynı şekilde sizin çabanız yakın arkadaşınızı olumlu etkiler. Eğer bu durum karşılıklı bir pozitif geri bildirime dönüşürse, bireysel çalışma çok kolaylaşır. Mesela Talha gibi, herhangi bir eğitim alma ihtiyacı hissetmeden boş vaktinde Katar Dünya Kupası için futbol topu tasarlayan, android için oyun geliştiren ya da fantastik roman yazan bir tanıdığınız varsa, farklı şeyler yapabilmek ve öğrenebilmek sizin için tabu olmaktan çıkar.

İhtiyaç Tanımlamak

Benim en çok kullandığım yöntem ise “ihtiyaç tanımlamak.” Bireysel çaba gerektiren işlerimi kendimce ihtiyaca dönüştürüyorum. Planlarımı tanıdıklarıma anlatıyorum veya bir iş için bitireceğim zamanı kısa tutarak söz veriyorum ki başkalarının beklentileri bana baskı yapsın. Kısaca takvimimi mümkün mertebe sıkıştırıyorum. Böylece sürekli bitirmem gereken işler oluyor. Tembelliğe pek zaman kalmıyor. Öğrenmek istediğim yeni şeyleri de mümkün mertebe ihtiyaç üzerinden tanımlıyorum. Örneğin yüksek lisansa başlarken finansal olarak çok sıkışacağımı öngörmüştüm. İlerde belki part-time ya da frelance olarak çalışabilirim diyerek Python öğrenmeye karar verdim. Aynı zamanda Python ilerleyen zamanlarda kendi branşımda kullanabileceğim bir şeydi ama para ihtiyacı öğrenme sürecimi hızlandırdı. Yine motivasyonumu yüksek tutabilmek ve kendimi ciddiye aldığımı göstermek adına cüzi bir ücret ile online kurs satın aldım. Aylık abonelik ücreti ödediğiim bir kurstu. Öğrenme süreci uzadıkça para ödemem gerektiğinden çok kısa sürede tüm dersleri bitirdim. Öğrendikten sonra hiçbir zaman para kazanmadım ama yıllardır Python ile bir sürü iş yaptım. Hatta bu süreç bugün çalıştığım alanı dahi şekillendirdi.

Sanıyorum ki herkesin kendince benzer yöntemleri vardır. Şimdi kısaca bu işin nörobilim tarafından bahsedeceğim. Geçen bölümde sizlere bahsettiğim Dr. Huberman’ın podcasti gerçekten bir cevher. Bundan sonraki kısım onun çektiği bir bölümün kısa bir özeti ve benim yorumum olacak. Web sitemizde bu bölümün linkini bulabilirsiniz.

Dopamin Motivasyonumuzu Nasıl Etkiler?

Dopamın her ne kadar mutluluk hormonu olarak bilinse de Dr. Huberman dopaminin bu şekilde tanımlanmasının onun doğru anlaşılmasına engel olduğunu ifade ediyor. Kendi podcast konusunun bağlamında, dopaminin motivasyon hormunu olarak da adlandırılabileceğini söylüyor. Bu bölümde günlük aktivitelerimizin beynimizde dopaminin salınımını ve dopamin nasıl etki ettiğini detaylı olarak anlatıyor. Bu bölümden ben birkaç tane noktayı ele alacağım. Ayrıca bu bulguların bazı felsefelerle, dinlerle tutarlı olduğunu söyleyeceğim.

Dopamin ile alakalı denklem aslında oldukça basit. Eğer dopamini gereksiz aktivitelerle tüketirseniz, sizin için asıl önemli olan işlere yeterince kalmayacak. Bu yapacağınız diğer işlerden sadece daha az keyif almanıza neden olmuyor. Dr. Huberman ise aldığınız keyfin yanı sıra yeni işlere başlama motivasyonunuzu da düşürdüğünü söylüyor. Yani diğer şeyleri yapmak bile istemiyorsunuz. Diğer yandan da zaten çok keyif almadığınız ve zoraki yaptığınız işler de sizin için daha da zor hale geliyor. Yani kendi başına bir şeyler öğrenmek, ders çalışmak gibi… Dopamin tüketen aktiviteler derken sosyal medyada vakit geçirmek, sürekli mesajlarınızı kontrol etmek, yemek yemek, film & dizi seyretmek, abur cubur yemek vs. Kısa bir araştırma ile dopamin salınımı ve günlük aktiviteler arasındaki ilişkiye dair pek çok kaynak bulabilirsiniz. Karşınıza çıkacak olan tablo, modern insanın gününün dopamin sömüren aktivitelerle dolu olmasıdır. Özellikle teknoloji yüzünden… Bizim podcastimizle doğrudan alakalı olmasa da oldukça önemli olan diğer bir sorun daha var. Dopaminin bu şekilde israf edilmesi sizin sadece çalışma motivasyonunuzu değil, ruh halimizi de olumsuz etkiliyor. Yani dopamin israfı zamanla kişiyi depresyona da sürükleyebilir.

Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için bağımlılık oluşum süreci örnek olarak gösterilebilir. Bağımlılık oluşumu da elbette dopamin ile doğrudan ilintili bir konu. Örneğin kokain alan bireyler bunu ilk aldıklarında çok fazla haz yaşarlar. Bu yüzden bir daha tekrar tekrar almak için şiddetli bir istek duyarlar. Bu istek o kadar kuvvetlidir ki irade ile karşı koymak çok zorlaşır ve kısır döngü başlar. Bağımlılık ile alakalı bilinen diğer bir husus da bağımlılık maddesinin her kullanımda daha da az keyif vermesidir. Bunun nedeni kokain gibi çok fazla dopamin salgılanmasına neden olan maddelerin aynı zamanda bireyin dopamin eşiğini de yükseltmesidir. Bu ne demek? Eğer dopamin eşiğiniz yüksekse keyif alabilmek için daha fazla dopamine ihtiyaç duyarsınız. Kokain gibi çok fazla dopamin salınımına neden olan maddeler bu yüzden her seferinde daha az keyif vermeye başlar. Ama dopamin eşiği o kadar yükselmiştir ki, birey normalde insanların keyif aldığı hiçbir şeyden keyif alamaz. Hatta bu durum beyinde uzun dönemli etkilere neden olur ve bu yüzden bağımlılıktan kurtulmak çok zordur.

Kokain çok uç bir örnek olsa da günlük hayatta hepimiz benzer bağımlılık döngüleri içerisinde bulunabiliriz. Mesela eğer kahvaltıyı yaparken, Youtube’da bir şeyler seyretme alışkanlığı kazanmışsanız, zamanla bir şeyler seyretmeden kahvaltı yapmak size keyif vermez. Çünkü hem yemek yemek hem de bir şeyler seyretmek ayrı ayrı dopamin salgılanmasına neden olur ve birbirini besler. Zamanla da dopamin eşiği yükselerek sizin daha azından keyif alamamanıza neden olur. Sosyal medyada vakit geçirmek de sizin sürekli dopamin tüketmenize neden olur ve zamanla keyif vermese de bundan vazgeçemezsiniz. Ya da abur cubur… Kısaca bağımlılık sadece uyuşturucu, alkol ve sigara gibi maddelerden değil, alışkanlıklardan da kaynaklanabilir. Yirmibirinci yüzyılda bu bağımlılıkları yönetmek ise oldukça zor görünüyor.

“Tüketim Toplumu” olmak sorununu pek çok bakış açısından ele alabiliriz. Çevreye etkilerini, bazıları ekonomiye etkilerini, bazıları dini olarak sakıncalarını konuşabiliriz. Görünen o ki tüketim toplumu olmak bireyin psikolojisini ve dolayısıyla çalışmasını da olumsuz etkiliyor. Bizim konumuz için de bu oldukça önemli: Bireysel çalışma alışkanlığının ilk adımı maddi ve manevi olarak tüketim alışkanlıklarından uzak durmak, sade bir hayat sürmek. Aslında Dr. Huberman’a göre bu zaten zihinsel sağlığımız için elzem bir şey ama eğer kendi başıma bir şeyler çalışamıyor, öğrenemiyorum diyorsanız sanırım başlamanız gereken ilk nokta burası. Sağlıklı-basit yemekler yemek, sosyal medya kullanımı azaltmak, daha az bilgisayar oyunu oynamak vs. Tekrar ifade etmek istiyorum. Dopamin sadece yaptığınız işlerden keyif almanızı sağlamaz aynı zamanda sizi “bir şeyler” yapmaya teşvik eder, motive eder. Dopamini gereksiz şekilde tüketirseniz, sizin için önemli olan aktiviteler için daha az motive olursunuz.

Dopamin detoksu

Bu doğrultuda internette karşıma “dopamin detoksu” diye bir konsept çıktı. Dopamin tüketimini azaltarak, dopamin eşiğini düşürmeye ve insanın ruh halinin toparlanması amaçlanıyor. Bu konuda fazla bilgim yok ama benim araştırmalarımla tutarlı görünüyor. İlgililer için web sitemize birkaç tane kaynak bıraktım. Eğer ilginizi çektiyse benim tavsiyem Dr. Huberman’ın dopamin ve motivasyon ile alakalı çektiği bölümü dinlemeniz. Bu bölümde hem dopamini daha iyi anlayabilirsiniz hem de Dr. Huberman’ın önerilerini dinleyebilirsiniz.

Kaynaklar

Bizim Felsefemiz İyimserlik mi?

Bu güne kadarki bölümlere kısaca göz gezdirdiğimizde, ortaya koyduğumuz düşüncenin hep olumlu taraflarını ele aldığımızı fark ettim. Böyle bir niyetimiz yoktu gerçi… Mesela “yeteneklerin sanıldığı kadar önemi yok, önemli olan ilgi ve çalışma” diyoruz. Yetenek farklılıkları olarak algılanan şeylerin aslında “birikim” farklılıkları olduğunu iddia ettik. Bu her ne kadar iyimser bir söylem gibi dursa da aslında kişileri karamsarlığa da itebilir. Çünkü bu aynı zamanda “erken kalkan yol alır” demek. Bu konuyu bir sonraki (veya daha sonraki) bölümde kapitalizm bağlamında ele alacağım. Bu bölüm, tüm sorunları kapitalizme yıkan, mızmızlık yaptığımız bir bölüm olmayacak. Mevcut şartlar altında, ekonomik ve sosyolojik, bireysel eğitim anlayışının tek çıkış yolu olduğunu iddia edeceğim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. İyi günler.