Bu yazımda bahsedeceğim karmaşık konuyu okurken detaylara değil de daha genel bir bakış açısına odaklanmanızı istiyorum. Hem sizler, hem de kendim için özümsemeyi başarabilirsek tüm hayatımızı etkileyebilecek, yaşam tarzına dönüşebilecek bir konu açacağım. Bana katılmama ihtimaliniz oldukça yüksek ama umarım sizler de sık sık soracağım sorular ve genel olarak konu üzerine düşünecek vakit bulabilirsiniz.

Sihirli kelimemiz “karşılıksız” olacak… Karşılıksız derken, herhangi bir karşılık beklemeden, çıkar gözetmeden anlamını kastediyorum. Günümüzde karşılıksız kim kime bir iyilik yapıyor ki cümlesindeki anlamı ile düşünebilirsiniz. Ben de zaten başkasına değil, kendi kendimize yapabileceğimiz bir iyilikten bahsedeceğim. Yani “Öğrenmek”. Bu nedenle konumuz karşılıksız öğrenmek olacak.

Şöyle ki, neredeyse hiçbir sürecinde özgür bırakılmadığımız eğitim hayatımızda, gerçekten isteyerek öğrendiğimiz bir şey var mı? Peki o halde bizi öğrenmeye motive eden şey nedir? Yani neredeyse 16 yıl süren eğitim hayatımız boyunca asıl elde etmek istediğimiz karşılık nedir? Bu sorunun muhtemel kısa vadedeki cevabı sınavdan yüksek not almak ve dersi geçmek, muhtemel uzun vadedeki cevabı ise meslek sahibi olmak ve para kazanmaktır. İşte yıllarca bizi okula götürüp getiren amaçlarımız bunlardan ibaret.

Üniversite diplomasını katılmadığım mezuniyet töreninden bir hafta sonra gidip aldığımda şunları düşünmüştüm. Hep dersleri geçmek ve mezun olup diploma almak için öğrenmeye çalışmıştım. Sonunda amacıma da ulaşmıştım. Ama hiçbir şey öğrenmediğimi düşünüyordum. Belki bir çoğunuz bu durumu yaşamıştır veya yaşayacaktır. Uzun yıllar sonra bunun sebebini anlayabildim. Benim öğrenme çabalarım hep kısa veya uzun vadede bir çıkar içindi. Bilginin kendisini hiç önemsememiştim. İstediğim notu aldığımda, takıldığım dersi geçtiğimde, fakülteden mezun olduğumda çoktan unutmuştum bile çalıştıklarımı. Belli belirsiz bir farkındalık kalmıştı geriye.

Burada size bir soru sormak istiyorum

“Sizce öğrenmenin gerçek karşılığı nedir?”

Bu aslında öğrendiğimiz bilgiyi ne için kullanacağımıza da işaret eden bir sorudur. Çıkarımız ne kısaca? Ben bu soruya cevabı aramak için ise sizi tarihte biraz geriye, bilginin yavaş yavaş sorgulanmaya başladığı Antik Çağ’a götüreceğim.

Antik Çağ’da bilgi henüz ayakları yere basmayan, herkesin üzerine farklı yorumlarda bulunduğu spekülasyon seviyesinde bir kavramdı. Üzerinde ortak bir fikre varılmış kesin bir doğru yoktu. Doğayla ve varlıkla ilgili, hakikati anlama çabası için yapılan yorumlar ve açıklamalar vardı. Bugün bizim anladığımız anlamda doğayı formülize eden bir bilgi ortaya koyulmamıştı. Geometri ve astronomi ile ilgili eski uygarlıklardan bilinen bazı bilgiler vardı. Geometri kelime anlamı olarak “toprak sulama” demektir ve gerçekten de Mısırlılar tarafından ölçüler arasındaki oranlar kullanılarak tarım için kullanılmıştı. Astronomi ise Babilliler tarafından astroloji ile ilgili çıkarımlarda bulunmak için yapılan gözlemlerle elde edilmişti. Çünkü Babillilerde yaşanacak her şeyin gökyüzünde yazılı olduğuna dair bir inanç vardı.

Günümüzde olduğu gibi yüksek not almak, ders geçmek gibi bir şey zaten yoktu. Meslek eğitimi veren üniversiteler de yoktu. Bunlar olmadığı takdirde insanlar öğrenerek, yeni bilgiler üreterek ne elde etmeye çalışıyordu peki?

Özellikle Antik Çağ’da geometri alanında müthiş bir ilerleme kaydedilmiştir. Düzlem ve uzay geometrisini büyük oranda keşfedilmiş, oransızlık (tam bölünememe) sorunuyla karşılaşılarak sonsuz küçükler teorisi geliştirilmişti. İnsanlar kendilerine para kazandırmayacak olan geometri ile neden bu kadar ilgilenmişlerdi peki? Ya da sadece gözlemleyebildikleri, müdahale edemedikleri uzayla neden ilgilendiler. Hala da ilgileniyorlar, gözlem yapabilmek için güneş sisteminin dışına gözlem aracı gönderiyorlar, hatta para kazanmıyor, ciddi miktarda para harcıyorlar? Karşılığı ne tüm bu çabaların?

İnsanlığı, tarihin tüm dönemlerinde ilerleten gerçek öğrenme çabasına şunun karşılığında giriştiğini söyleyebiliriz. Hakikatin ne olduğunu anlamaya çalışmak. Hakikat kelimesi kendi başına biraz havada kalıyor. Şöyle diyebiliriz, içerisinde bulunduğumuz ve anlamsız görünen bu hayatı, doğayı, evreni daha iyi anlama ve açıklama çabası. Einstein bunu “kozmik dini duygu” olarak adlandırıyor ve ancak hakikate susamış olanların gerçekten bilimde ilerleyebileceğini, bilimin de ilerlemek istiyorsa hiçbir pratik amacı hedeflememesi gerektiğini söylüyor. Benim Gözümden Dünya ismiyle derlenen kitabını okumanızı tavsiye ederim.

Hakikati anlama çabasında olan kişi bilgiyi maddi bir şey karşılığında değil, bilginin bizzat kendisini sever. Çünkü her bilginin içinde hakikate uzanan yolun ipuçları vardır. Günümüzde bu düşünceye oldukça uzak olduğumuzu düşünüyorum ki, sanırım sizler de bana hak vereceksinizdir. Hakikat herkes için farklı bir değer taşıyor olabilir. Kısaca şunu söylemek istiyorum. Eğer bahsettiğim bakış açısıyla öğrenmeye çalışırsak, öğrendiğimiz her şey yaşama bakışımıza, ilerde sahip olacağınız mesleğimize, çevremizle etkileşimimize değer katacaktır. İşte öğrenmenin karşılığı muhtemelen bu olmalı. Bitiş noktası olmayan bir hedef. Aksi takdirde gelip geçici öğrenme deneyimleri yaşarız ve istediğimiz karşılığı aldığımız anda bilgiler değersizleşir. Sınav çıkışı ders notlarını çöpe atan çok öğrenci vardır. Tüketim kültürünün eğitimdeki uzantısı gibi düşünebilirsiniz. Oysaki bilgi tüketilecek bir şey değildir.

Yine Antik Çağ’da zengin ailelerin çocuklarına eğitim verilmesi için tutulan yüksek ücretli hocalar ortaya çıktığında çok ciddi bir tepki ile karşılaşmışlardı. Sofistler olarak bilinen bu özel hocalar birçok farklı sebepten ötürü eleştirilmişti. En önemlisi başkasına bir şey öğretmenin ücret karşılığı yapılmaması gereken erdemli bir faaliyet olduğunu düşünmeleriydi. O dönemlerde ücret karşılığı beden ile çalışmak yalnızca kölelerin yaptığı bir işti. Hatta zanaatkarların sosyal statüleri de bedenleri ile çalışarak para kazandıkları için oldukça düşüktü. Aynı zamanda erdemin öğretilebilir bir şey olmadığını düşünüyorlardı. Bilgi öğretmek isterseniz de ortadan kesin bir bilgi olmadığı için taraflı bir öğretme çabası olacaktı. Zaten sofistler belli bir hakikatin varlığını da reddetmişlerdir. Var olan tüm açıklamalara da kuşku ile yaklaşılyorlardı.

Bir diğer tepki, yalnızca zengin çocuklarının ulaşabileceği böyle bir eğitimin yaratacağı toplumsal etkiydi. Zengin ayrıcalığı olanlara siyasal temsilde de ayrıcalık verilmiş olacaktı. Bu bir nevi fırsat eşitsizliği de demek. Bilgi kaynaklı değil, zenginlik kaynaklı siyasal elit bir kesim oluşacaktı. Oysaki eğitimin isteyen herkese verilmesi gereken önemli bir değer olduğu düşünülüyordu ki açılan akademilerde de bu gözetilmiştir.

Fakat benim burada verilen tepkilerle ilgili şöyle bir iddiam daha olacak. Herhangi bir yerde yazıldıysa veya söylendiyse bilmiyorum. Buna da katılmayabilirsiniz veya bildiğiniz bir bilgi varsa bize gönderebilirsiniz. Hipotezim şu; “Sofistlere gösterilen tepkinin bir sebebi de öğrenmenin maddi bir karşılık beklenmeden hakikati anlama merakından yola çıkılarak yapılması gerekliliği idi.” Merak etmediği bir şeyi bir öğrenciye anlatmanın öğrenmenin doğasına aykırı olduğunu düşünmeleriydi. Yani aslında eğitimin karşılıklı çıkar için yapılan alışveriş gibi bir yapıya dönüşmesine karşı çıkmışlardı. Çünkü sofistler para karşılığında eğitim verdikleri insanlara o dönemde toplumdaki siyasal seviyelerini yükseltmeyi vadediyorlardı. Bu vaadin yine hakikatten uzak dünyevi bir faydacılık amacı vardı. Günümüzde ise eğitim tamamen hakikat merakından arınmış kapitalist bir sektöre dönüşmüş durumda. Gerçekten bir konuyu merak edip, kendi çabası ile öğrenen, öğrendikleri ile hayat ve evren üzerine düşünen bir öğrenci var mıdır? Varsa bile genele oranı ne kadardır?

Kendi adıma konuşacak olursam bende en çok merak uyandıran şey, insanlığın ulaştığı bilimsel, düşünsel ve sanatsal sınırları anlamak. Ne de olsa hala yaşadığımıza göre tarihin sonundayız demektir ve insanlığın ulaştığı sınırları bilmek, ötesini merak etmek en doğal hakkımız. Bize engel olan şey ise gündelik gereksiz bilgi kirliliğinden dolayı keşfetmeye vakit ayıramıyor olmamız. Bunu, aynı akşam vakti şehrin ışıkları nedeniyle yıldızları göremeyişimize benzetiyorum.

O kadar günübirlik karşılıklar ve maddi beklenti için öğrenmeye alışmışız, işin aslından o kadar uzaklaşmışız ki durumumuzu nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Eğer karşılıksız öğrenme olarak tabir ettiğim bu noktayı tekrar yakalayabilirsek, meraklarımızın ucunu yakalayıp takip edebilirsek çok farklı bir noktaya çıkabiliriz gibi geliyor.

Tüm eğitim sistemini elbette ki bu amaca döndürmek hayli zor fakat en azından dinleyicilerimizi bireysel olarak işin aslına döndürebilirsek karşılıksız bir şeyleri öğrenmenin, hayata dair yeni bir şeyleri anlamanın hazzına ulaşmasını sağlayabilirsek ne mutlu. Eğitim sisteminde de özellikle temel eğitim süreçlerinde, gençlere bilgiyi iyi not almanın aracı olarak değil de hayatı ve evreni daha iyi anlamanın aracı olarak tanıtabilirsek onlarda büyük bir değişime ve entellektüel meraka yol açabilir.

Üniversitelerin ve medreselerin kuruluşunda da aslında bugünkü gibi bir eğitim sektörü yaklaşımı yoktu. Platon’un akademisinde hocalar öğrencileri ile birlikte hakikati anlamaya çalışır, karşılıksız iki yönlü bir fikir alışverişi olurdu. Aristoteles bu eğitim yöntemi ile yetişmiştir. Medreseler ise talebelere eğitim verirdi. Talebe bildiğiniz üzere talep eden kişidir. Yani öğrenmeyi isteyen, merak eden öğrenci medreseye gelirdi. Fakat yine ilk bölümde bahsettiğimiz gibi medreselerin faaliyete girmesi, eğitimin bireysel bir uğraş olmaktan uzaklaşmasına ve zirve şahsiyetlerin artık medeniyetimizde pek görülmemesine neden olmuştur. Geleneksel eğitim öğrencinin, hocasını geçemeyeceğine dair bir kanıya sahip olmasına neden olur. Zaten sistem kurgusal olarak da öğrencinin hocasını geçmesine müsaade etmez. Fakat amaç, hayatı ve evreni daha iyi anlamak gibi hepimizin ortak amacı olduğunda yine eşitliği sağlamış oluruz ve bu merak dolu kaliteli bir öğrenim elde etmemizi sağlar. Muhtemelen söylediklerim size oldukça uzak ve günlük hayatta karşılık bulamayacak bir şey gibi geliyordur, fakat benim amacım sizde bireysel olarak bir karşılık bulması.

İnsan ihtiyaç halinde öğrenmeye daha fazla zaman harcar demiştik. Eğer ki hiç tükenmeyecek bir ihtiyaç istiyorsanız bunu bölüm boyunca anlatmaya çalıştım. Umarım en azından bireysel anlamda karşılıksız öğrenmeyi özümseyerek bir yaşam tarzına dönüştürebiliriz.

Bu karmaşık anlatıyı dinlediğiniz için teşekkür ederim. Sonraki bölümlerde görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.

Talha