Stoacılığın kurucusu olan Kıbrıslı Zenon’a göre Doğa, Zeus, Tanrı ya da Evren olarak adlandırılan şeyler aynı şeylerdi. Evren ise özünde iyiydi. Bu yüzden evrenin nedensellik sürecine teslim olmak erdemli bir davranıştı. Buna aynı zamanda “doğaya uygun olarak yaşamak” da diyorlar. Zenon’un stoa felsefesi panteist bir evren anlayışından ortaya çıksa da felsefenin özünü oluşturan şey panteizm değildir. Felsefenin özünü oluşturan nokta insanın hayattaki amacının “erdemli yaşamak” olması gerektiğini söylemesidir. Diğer tüm amaçlar insanı kötü yapabilir. Mesela çok para kazanmak isteyen bir kişi bunu yapabilmek adına pek çok kötülük yapabilir. Ya da insanlara yardım etmeyi hedefleyen bir kişi dahi, bu uğurda başka kötülükler yapmak durumunda kalabilir. Ama erdemli yaşamayı hedefleyen birisi asla kötü olamaz. Bu yüzden erdemli olmak stoa felsefesinin yegane amacıdır diyebiliriz.

Eğer panteist bir düşünceyi stoa felsefesinden çıkarırsak neden doğaya uygun yaşamamız gereksin? Bu durumda erdemi tanımlamamız gerekiyor. Mesela Roma sonrası dönemde Hristiyanlar evreni Hristiyan tanrısı ile değiştirip, hristiyan ahlakını da erdemin yerine koyarak Stoa felsefesinin farklı bir versiyonunu inşa etmişler. Doğa ile uyumlu yaşamak ise sadece akılcı bir davranıştır. Bunun için panteist bir evreni kabul etmeniz gerekmez. Şöyle ki, eğer bir şey sizin kontrolünüzde değilse o konuda endişelenmeniz gerekmez. Kontrolünüzde değilse, yapmanız gereken yapabileceğiniz seçimlere odaklanmak ve erdemli olanı seçmektir. Eğer kontrolünüzde ise endişelenmeniz yine gereksizdir. Çünkü bu durumda akıl size çabalamanızı söyler. Yani sizin kontrolünüzde olan şeyin endişe yaratması anlamsızdır. Eğer sonuç alıp alamayacağınızdan emin değilseniz bu durumda akılcı olan şey elinizden geleni yapmanız ve sonucu evrene/tanrıya bırakmanızdır. Çünkü kontrol edemeyeceğiniz şeyler hakkında endişelenmek akılcı ve erdemli değildir.

Aklınıza bu örneğin pek çok istisnası gelebilir veya yeni sorunlar bulabilirsiniz. Mesela o zaman, örneğin, adaletsizliklere razı mı olmalıyız? Eğer böyle yaparsak bu erdemle nasıl bağdaştırılır? Endişelenmek her zaman zararlı mı? Stoacıların tüm bu sorulara sistematik cevapları var. Merak edenlere biraz önce bahsettiğim Mutluluk Hayatın Dirençsiz Akışıdır - Kıbrıslı Zenon kitabını tavsiye ederim. İslam, Hristiyanlık, Budizm ve Taoizm Stoacılığın diğer felsefi düşüncelerle kıyasını yapılabilir ama dinlerle kıyaslanması daha ilginç olacaktır diye düşünüyorum. Hoş, din ile felsefe arasında zaten çok kolay değil. Biraz önce ifade ettiğim gibi Hristiyanlar Antik Yunan stoa felsefesindeki panteist evren anlayışı yerine Hristiyan Tanrısını koyarak farklı bir stoacılık anlayışı geliştirmişler. Bu çok radikal bir dönüşüm değil çünkü Stoacılık dinlerle oldukça uyumlu görünüyor. Hatta dinlerin Stoa felsefesi için daha güçlü bir zemin oluşturduğu bile iddia edilebilir.

Bunun dışında Stoa düşüncesinin yansımalarını, etkisi değil, başka dinlerde de bulmak mümkün. Mesela, tamamen aynı olmasa da Taoizm, tao yani akış ile uyumlu yaşamayı öğütler. Tao/Akış üzerinden varlık felsefesi yapar ve bir yaşam tarzı inşa eder. Budizm stoacılığa biraz daha uzak olsa da, budizm dininde ya da felsefesinde de insanın nefsini terbiye etmesi ve nötr bir ruh haline yani nirvanaya ulaşmaya çalışması da stoacılığa pek çok yönden benzetilebilir. Budizmden farklı olarak Stoacılar bu kadar uç noktaya ulaşmayı hedeflemezler. Duyguların varlığını kabul ederler ama bunların aldığımız kararlara etki etmesine engel olmaya çalışırlar.

Diğer yandan, stoacılık İslam’da tevekkül kavramı ile karşılaştırılabilir. Tevekkül, bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesidir. Bu anlamda kadere teslimiyet ama diğer yandan içinde bulunduğu şartlar altında insanın elinden geleni yapması, dua etmesi ve çabalaması öğütlenir. Stoacılar bir plan yaptıkları zaman “Eğer evren izin verirse…” derlermiş. Bu deyiş yine İslam’daki “İnşallah” yani “Allah izin verirse” ile oldukça benziyor