Vücudumdaki tüm kasların sinirden gerildiğini hissediyordum. Yumruğumu cücenin gözüne iyice oturtmak için, gömleğimin kollarını iyice sıvadım. Bir yandan hızlı adımlarla yürüyor ve yürüdükçe güçleniyordum.

Allah’ım nasıl yapmıştı bu zulmü insanlara? Nasıl bir vicdana sahipti? İnsanlar neden bu ufak yaratığa bir şey demiyordu? Hepsi menfaat sahibi mi olmuştu? Olsun, hepsinin hesabını ben soracaktım.

Bahçenin tahtadan, büyükçe kapısı göründü uzaktan. Duvarları da yüksekti. İyice hızlandım ve koşmaya başladım. Tüm gücüm bacaklarımda toplanmıştı, bundan emindim ve koşarak tekmeyi bastım kapıya. Hafif bir sızı… Kapı kırılmadı, ama olsundu. Duvardan tırmandım ve yukarıya çıkınca atlamaya biraz korksam da buradan dönmeyi gururuma yediremezdim; atladım. Zavallı bacaklarımın ağladıklarını duyabiliyordum, ama vücudum bana tam bir itaat halindeydi. Kalktım. Biraz yalpalasam da yine de yürümeye devam ettim. Vücudumun ağrısı sadece kalbimdeki intikam duygusunu harmanlıyordu; gücüm, kuvvetim artıyordu.

Köşk uzaktan göründü. Tarihi bir eski ev görüntüsü vardı, ama bakımlı olduğu her halinden anlaşılıyordu. Üç katlı, geniş, sönük kırmızı boyalı bir köşk… Köşkün kapısına geldim. Kapıyı kırmalı mıydım, yoksa zile mi basmalıydım? Tecrübeler insanın cesaretini kırsa da aklını keskinleştiriyordu: Zile basarım hizmetli gelirse beni cüceye götürür ve böylece cüceyi daha kolay bulurum; yok eğer cüce gelirse… Zile bastım, insanın kalbini yumuştan bir müzik… Cüce değil, şeytan… Kapıya kimse bakmadı, ısrarla çalmaya devam ettim. Nazik bir ses geldi:

  • Kim o?
  • .?!
  • Kim o?
  • Şey…Iıı…
  • Anlamadım.
  • Ben… Birine bakmıştım da…
  • Kimi arıyorsunuz?
  • Cüce beyi.

Bey mi? Ne oluyor bana? Niye korktum ki şimdi? Kapı açıldı ve gülümseyen bir teyze açtı kapıyı.

  • Tabi buyurun…

Herhangi bir ön yargı üretemiyordum onun hakkında. Yüzüne bakıp bu teyze ne iyidir ne de kötüdür diyebiliyordum. Ön yargılara ihtiyacım var, yoksa sadece kendimi rezil edeceğim.

  • Beyefendiden ne istiyordunuz acaba?
  • Şey… Kendisiyle görüşmek istiyorum.
  • Tabi hemen kendisine haber veriyim.

Neden içeriye nasıl girdiğimi sormadı? Bu teyzeye kesinlikle güvenmemeliydim. Hatta kiminle döneceğini bilmiyorum şimdi, bir köşeye geçmeliydim olur da… Hayır, aman Allah’ım! Neler düşünüyorum? Buradan kaçmak yok. Zaten her şeyimi aldı elimden? Neyim kaldı ki?

Tekrar sinirlenmiştim. Kendimi sinirlendirdiğim için kendimle gurur duydum ve tekrar vücudum gerilmeye başladı. Bu arada bacaklarımın sızısı bir an aklıma gelse de onu hemen savuşturmayı başardım; lakin ben sadece bileklerimle değil aklımla da dövüşecektim o cüceyle. O yüzden hemen içeriyi incelemeliydim, ama teyze geldi:

  • Beyefendi sizi bekliyor.

Hiç etrafı incelememe vakit bırakmadı, kahretsin! Olsun, kafasını koparmak için kollarım bana yeter. Merdivenlerde cücelerin resimleri vardı, akrabası falan olmalılar. Onların çoğunu biliyordum, aslında herkes biliyordu. Riyakar, yalancı, düzenbaz, zalim… Her birisi için uygun bir sıfat bulabilirdiniz. Tarih kitapları bu insanların yüzleriyle dolu, ama yazılanlardan ne olduklarını anlayamayabilirsiniz; bu yüzden gözlerine bakın. Gözleri yalan söyleyemez, ama gözleri ancak kalpler okuyabilir. Kalbe bu ilmi, onu yaratan verebilir.

  • İşte geldik. İçerde beyefendi sizi bekliyor. Şu sıralar biraz canı sıkkın lütfen dikkat ediniz.

Diyerek uzaklaştı teyze yanımdan. Ellerim terliyordu. Hayır, şimdi olmaz; hadi, hadi… En nihayetinde buraya kadar geldim ve aramızda bir tek kapı var. İşte o cücenin dibindeyim. Kapının kolunu tuttum ve hafifçe bastırarak kapıyı açtım. Umduğumdan daha sert çıktı kol, açıkçası böyle bir köşkte daha kaliteli kapılar olmalı diye düşündüm. Bir an bacaklarım sızladı. Büyükçe bir odaya girdim. İçerisi kitaplarla doluydu. Kütüphane gibi. Odanın diğer ucunda bir masa vardı ve cüce… Rezil herif, masasını alçaltmamış sandalyesini yükseltmiş büyük görünmek için. Sandalyesine bir de merdiven yaptırmış. Güldüm bu haline ve korktuğum için kendime. Yalnız gözlerini bana dikince kalbim ürperdi ve sesi…

  • Ne var söyle.
  • .!?
  • Etrafı karıştırayım deme sakın. Bir sürü işim var haydi.

Sonra bir ayak sesi duydum. Aslında bina biraz sallanır gibi de oldu. Başkaları da mı vardı? O da ne? Bu gerçek olamaz: Bir dev. Cücenin önüne durdu, artık onu göremiyordum bile. Tüm kaslarım gevşedi, ayaklarım bana ihanet etti, diz çöktüm ve yıkıldım. Nasıl kaçabilirdim. Kaçmak mı? Hani..? Hayır, şu an önemli olan tek şey bir an önce hayatımı kurtarmam ve hazırlıklı gelmem. Mantıklı düşün! Zaten şu an niyetimi bilmiyorlar. Peki, ya öğrenirlerse? Deve bir daha baktım ve vardığım sonuç: O kapıya tekme atmamalı ve duvardan atlamamalıydım; bacaklarımın kaçacak halleri yok. Yeter, sakin ol! Niyetimi kimse bilmiyor. Dev:

  • Kaçamazsın zaten, düşünerek enerjini boşuna harcama.
  • .!?
  • Sana bu dünya için verebileceğim bir tavsiye kalmadı. Eğer dışarıda olsaydın buraya gelmemeni söylerdim.

Nasıl olabilir bu? Beden dilim her şeyimi açığa mı çıkarıyor, neler oluyor? Devin arkasından cücenin sesi geldi:

  • Biraz kenara çekil göreyim şunu.

Dev bana yaklaştı ve hafif sola kaydı. Cüce, sandalyesinin üstüne ayaklarıyla çıktı:

  • Bana bak! Boş yere korkma, bu dünyada korkacak hiçbir şeyin kalmadı. Beni minik boyumla aciz görüyorsun, ama insanlar öyle görmüyor. İnsanların ve senin de görmediğin diğer şey ne biliyor musun? İşte bu dev… Onu ancak benim karşıma dikildiğin zaman görebildin. O dev sizin nefsinizdir. İnsanlığın ataleti, tembelliği, cahilliği…

Cesaret bundan sonra hiç hissedemeyeceğim bir duygu sanıyordum bir dakika öncesine kadar. Sözünü kestim:

  • Demek seninle benim aramda duran nefsimdir, ha! Bana bak cüce efendi…
  • Evet, ama bir dev olarak…
  • Onu aşabileceğimi hiç düşünmedin mi, seni ahmak?
  • Onu siz yetiştirdiniz, biz besledik; o senden güçlüdür, ama senin kadar ahmak mı bilmiyorum.

Botumun içine sakladığım Sürmene bıçağını çektim. Ya ölecektim, ya da öldürecektim. Gözlerimi yere diktim, o kadar mutluydum ki… Dudaklarım bir gülümseme işareti kondurdu yüzümde, Cücenin korkusu hissettim. O korku dolu havayı ciğerlerime iyice çektim ve işte o zaman güç kelimesinin sözlükteki asıl anlamını kavradım. Hafif adımlarla deve doğru yürüdüm, o da korkmuştu. Cücenin tedirgin yüzünü görebiliyordum. Cesaretim hem devi, hem de cüceyi parçaladı.

  • Kapıya bir sürü dev diksen de yine yanına gelecektim zaten. Neyse, deve veda etme zamanın geldi.

Bir anda devin üstüne sıçradım. Çok ani oldu, bıçağı boğazına savurdum. Dev yıkıldı, ama benim de bütün dermanım gitti. Gözlerim karardı, sesim çıkmıyordu. Ayaklarım öyle bir acıyla doldu ki… Cüce masanın üstüne çıktı bu sefer, rahatlamıştı:

  • Bu kadar cesur olduğunu bilsem seni buraya kadar gelmene izin vermezdim; ama tecrübelerim beni yanıltmadı. O dev genelde buraya gelenleri kovardı, ama sen onu korkuttun. Azıcık aklın olsa onu üstüme salardın. Benimle senin aranda duran şey, sensin.

En azından gönül rahatlığıyla son nefesimi verebilirim. Bu uğurda ölümü göze almıştım ve ona kavuştum. Hayır! Geride kalanlar ne olacak peki? Onlara bunu söylemeliydim. O zaman bu cüceyi yenebilirlerdi. Dev ayaklandı, üstelik daha diriydi:

  • Bunu onlara söylesen de fayda etmez. Bunu zaten biliyorlar.
  • Nasıl biliyorlar?
  • Buraya gelmeden önce sen de biliyordun bir düşün.
  • ?

Umut yok oldu.

  • Artık al canımı.
  • Sen ne kadar zayıfsan ben o kadar güçlüyüm, sen ne kadar güçlüysen ben o kadar zayıfım; ama sen ölürsen ben de ölürüm.
  • O zaman ben de seni, kendimi kendim öldürürüm.

Bıçağı çektim, kalbime saplayacakken dev bileğimi tuttu ve bıçağı elimden aldı. Cüce eline aldığı tabancayla bana yaklaştı. Dev önüme geçti, beni korumak için; ama onu vurdu. Canım daha çok yandı. Sonra yanıma geldi:

  • Başkası olsa öldürmez acı çektirtirdim, ama sen tehlikelisin. O yüzden bu dünyadan ismini de cismini de yok etmem lazım.
  • Diğerlerini ne yapıyorsun?
  • Köpek… Onları bana karşı çıktıkları için kahraman ilan edip, sonra da rezil ediyorum. Aslında beni öldürmeye gelen kişiler halkın sıradan insanlarından farkı yok, ama onlar gelenleri kahraman sanıyorlar. Onların sandıkları kişi sensin ve senin bilinmemen lazım.

Bağırarak:

  • Ayşe Hanım gel buraya!

Teyze içeriye geldi.

  • Al şu cesedi götür içeriye.
  • Hey, ne…

Silahı yüzüme çevirdi. Mermiyi gördüm. İnanır mısınız, onu namludan çıkarken uzun süre seyretme fırsatım oldu. Gözüme yaklaştı ve…