Elimizde konuşulacak bir çok konu vardı ama konuştukça yenileri çıkıyor. Bugünkü konuyu da başka konuların arasında konuşacaktık ama ayrı bir bölüm yapmaya karar verdim. “Öğrenmek ve Kompozisyon Yazmak” başlıklı bölümü yayınladıktan sonra, Türkiye’de eğitim ile alakalı tartışmalara geçen hafta tekrar göz gezdirdim. YouTube’dan bir kaç video seyrettim, ekşi sözlükte bazı başlıkları inceledim ve bazı web sayfalarında konu ile alakalı yazılmış bazı makaleleri okudum. Yani kısa bir literatür taraması oldu. Aslında önceden buna benzer bir tarama yapmıştım ama tartışmaların yön değiştirip değiştirmediğini, yeni şeyler söylenip söylenmediğini merak ettim. Merak ettiyseniz söyleyeyim yeni söylenen hiçbir şey yok. En azından ben karşılaşmadım.

Bunlar arasında bazı yeni videolar ve makaleler özellikle dikkatimi çekti. Türkiye’de toplumun eğitimden beklentisini ve eğitime bakış açısını çok güzel özetlemiş güncel videolar ve yazılara denk geldim. Tabi eğitimin nasıl olması gerektiği de çok güzel bir biçimde tarif edilmiş. Ekseriyetle okuduğum makaleler ve seyrettiğim videolar bizim podcastte eleştirdiğimiz her şeyi benimsemiş. Bu konuşmalar içerisinden sürekli tekrar edilen bir ifadeyi aldım ve bugünün konusu yaptım: “Bu ders ne işime yarayacak?” Bir tane güncel videonun binlerce kere seyredildiğini görünce, çok havaya konuşmadığımızı tekrar hatırlamış ve teyit etmiş oldum. Zira, kahvedeki dayı da, okuldaki öğretmen de, gencecik çocuklar da aynı şekilde düşünüyor. Jacques Ranciere’in tabiri ile herkes mevcut aptallaştırıcı eğitim sistemini mükemmelleştirmeye çalışıyor. Önceki bölümü unutanlar ya da dinlemeyenler için bu ifade belirsiz olmuş olabilir. Farklı bir şekilde ifade edeyim: Herkes “en iyi makine nasıl üretilir” sorusunun bakış açısı ile eğitimi düzeltilmeye çalışılıyor.

Bu arada podcastin ilk bölümünde dedim ki eğitim konusunu derinlemesine inceleyeceğiz ama basit şeyler söyleyeceğiz. Yani genellikle sağduyuya yakın şeyler söyleyeceğiz. Yine de basit ifadelerin pratikteki karşılığı üzerine düşündüğümüz zaman ilginç sonuçlar çıkacak ve bu sonuçları kabullenmek zor olacak. Şimdi bahsedeceğim konu da bu tarz sonuçlardan birisi. Konuya dönelim: “Bu ders ne işime yarayacak?”

Talha, önceki bölümde sanatın, insanın düşünme becerisine nasıl tesir ettiğini ve sanatla uğraşmanın neden önemli olduğunu konuşmuştu. Yine benzer argümanlarla neden sayısal öğrencilerinin Tarih, Coğrafya ve Felsefe; sözel öğrencilerinin Fizik, Kimya ve Biyoloji öğrenmesi gerektiğini anlatacağım. Yani “Bu ders ne işime yarayacak?” söylemini eleştireceğim. Tabi biz bu iki soru üzerine odaklanacağız ama “kendi branşlarında olan konular hakkında bile bu hayatta ne işime yarayacak” diyen pek çok kişi var.

Konunun doğru anlaşılması için söylediğimiz şeylerin lise öğrenimini kapsadığını ifade edeyim. Çünkü üniversite derslerinin sürekli kendini güncellemesi ve yenilemesi gerekiyor. Çok sık bir şekilde akademinin bunu yapamadığını hantal kaldığını görüyoruz. Bu sadece Türkiye’deki bir sorun değil, tüm dünyada üniversitelerin yaşadığı bir sorun. Yani üniversitede “Bu ders ne işime yarayacak?” demek ile lisede demek aynı şeyler değil. Lisede ise durum farklı. Benim hipotezim şu: Lise müfredatında gereksiz neredeyse hiç bir konu yok. Evet, Türkiye’deki lise müfredatından bahsediyorum. Bu arada konu lise öğrenimi ile alakalı olsa da bu eleştirinin arkaplanında eğitime dair bazı yanlış kanıların olduğunu da iddia edeceğim. Bunları da birazdan konuşacağız.

Herhalde bütün öğrencilerin Türkçe öğrenmesi gerektiğini söylesem hiç kimse bana itiraz etmez. Hatta bütün öğrencilerin çok iyi bir şekilde Türkçe öğrenmesi gerektiğini bile çoğunluk kabul edecektir. Matematik ve geometri dersleri için bir kaç kişi itiraz edebilir. Mesela belki yabancı dil okumak isteyen öğrenciler. Yine de çoğunluğun bu konuda da benimle aynı şekilde düşündüğünü sanıyorum. Yani herkesin lise müfredatındaki matematiği ve geometri derslerini öğrenmesi gerektiğini…

O zaman iki durumu ele alacağız: (1) Neden sayısal öğrencilerinin Tarih, Coğrafya ve Felsefe de öğrenmesi gerekir? (2) Neden sözel öğrencilerinin Fizik, Kimya ve Biyoloji öğrenmesi gerekir? Aslında birisini cevaplasak diğeri de anlaşılır ama iki soruya verilen cevaplar arasında ufak farklar var. Ayrıca söylediğimiz şeyler pek çok durum için de genelleştirilebilir.

Birincisinden başlayalım. Buna ilk cevabı toplum sözleşmesi verir. Bir cumhuriyet ülkesinde, bir demokraside yaşayan her bireyin oy kullanma hakkı ve sorumluluğu vardır. Bu demek oluyor ki her vatandaş az çok politikadan haberdar olmak zorundadır. Politikacıları dinlemeli, eleştirmeli ve aralarında bazılarını seçmelidir. Bir bireyin bu görevi hakkıyla yerine getirmesi için bir tarih bilinci olması, ülkesini anlaması ve bir düşüncesi olması gerekir. Yani her Türk vatandaşının bunu hakkıyla yapabileceği varsayılır ve kendisine oy kullanma hakkı tanınır. Mesela Çin gibi komünist bir devlette bu geçerli değildir. Vatandaşın sadece propagandaya inanması yeterli ve yasal olarak zorunludur. O zaman bu vatandaşın çok tarih, felsefe bilmesi gerekmez ki zaten bu rejimler altında bunlar öğretilmez, propaganda ezberletilir.

İkinci olarak insan doğası gereği farklı konulara meraklıdır. Mühendisler de doktorlar da sosyal bilimlere meraklıdır mesela. Çünkü bir mühendis de doktor da dünyayı daha iyi anlamak ister. Kim olduğunu sorgular. Hayatına bir amaç tayin etmeye çalışır. Haliyle tarihini bilmek ister. Atalarının nereden göç ettiğini, nasıl düşündüklerini ve neye inandıklarını merak eder.

İkincisine benzer ama farklı bir üçüncü sebep ise insan zekasının tek yönlü olmamasıdır. Yani genetik olarak bazılarımız sayısalcı ya da sözelci değildir. Sayısal veya sözel derslere yeteneğiniz var ya da yok da değildir. Her öğrenci her ikisini de yapabilir. Bu da tamamen insanların “öğrencilerin keşfedilip, yönlendirilmesi gerek” gibi söylemlerden kaynaklanan bir yanılgıdır. Her öğrencinin sanki sadece bir konuya yeteneği varmış da bu yeteneğin keşfedilmesi ve öğrencinin yönlendirilmesi gerektiği yanılgısı. Bu yanılgı Sokrates’ten, belki ondan önce bile var. Belki de Ranciere’in Sokratesin felsefesini sevmemesinin nedeni budur. Bu arada Yetenek yanılgısını, Zeka ve İrade başlıklı 3. Bölümde konuşmuştuk. Önemli olan öğrencinin hangi sayısal ya da sözel derslere ya da mesleklere merak duyduğudur. Merak ve alakamız belirli bir tarafa olabilir ama bunların da öğrenilmesi gerektiği öğrenciler tarafından de facto olarak kabul edilmelidir. Çünkü lise müfredatındaki bilgiler ileri düzey, öğrenmesi çok zor dersler değildir. Bunlar her vatandaşın bilmesi gereken asgari düzeydeki bilgiler. Mükemmel bir öğrenimden bahsetmiyorum. Konu hakkında farkındalık olacak ve hızlı bir tarama ile hatırlanabilecek bir öğrenme seviyesi yeterli olacaktır.

Dördüncü olarak farklı konularda bilgi sahibi olmak insanın ufkunu açar. Önceki bölümde Talha sanatsal faaliyetlerin beyne etkisinden bahsetmişti. Benzer bir durum farklı konularda bilgi sahibi olmak için de geçerlidir. Birbiri ile alakasız görünse de, sosyal bilimler öğrenmek, diğer branşlardaki başarınızı da olumlu olarak etkiler. Bu konuda belki ilerleyen bölümlerde “Yaratıcı Beyin: Dehanın Nörobilimi” kitabını inceleyebiliriz. Bu kitabın yazarı olan Nancy Andreasen, kitapta farklı konularda bilgi sahibi olmanın insan beynine nasıl tesir ettiğini ve yaratıcılığı tetiklediğini anlatıyor. Bu arada yazarın kendisi de ünlü bir nörobilimci, psikiyatr ve aynı zamanda İngiliz edebiyatında doktorası olan bir kişi.

İkinci soruya geçelim: Neden sözel öğrencileri Fen bilimleri öğrenmelidir? Biraz önce verdiğim cevaplar bu soru için de aşağı yukarı geçerlidir. Bu yüzden bu soruyu güncel bir mesele üzerinden ele almak istiyorum.

Hem ekonomi hem de eğitim literatüründe Bilim-Teknoloji-Mühendislik-Matematik ile ilintili meslekler ile alakalı özel bir alaka var. Neden? Çünkü dünyadaki meslekler değişip dönüşürken bu dört konu ile alakalı mesleklere olan talep her geçen gün artıyor. Bu konuya o kadar ehemmiyet veriliyor ki detay denebilecek konularda bile pek çok araştırma var. Mesela, kız çocuklarının mühendislik bölümlerine talebi nasıl arttırılabilir gibi şeyler konuşuluyor. Çünkü böyle devam ederse, ilerde kadın ve erkek işsizlik oranı arasındaki fark giderek açılacak. Böyle bir çağda, lise müfredatındaki basit fen bilimleri konularının dahi “bu ne işime yarayacak?” diyerek eleştirmek ve öğrenmek istememek abes bir durum.

Hep merak ettim bu soruyu ilk kim sordu diye. Ya da neden öğretmenler, öğrenciler böyle bir şey düşünüyor? Bu sadece bizim toplumuzda olan değil, evrensel bir kanı. Ama bu düşüncenin menşeinin Batı medeniyeti olduğunu sanıyorum. Zannediyorum ki sanayi devrimi ile “Labor of Division” kavramı ile bu kanı daha da güçlendi. Şöyle bir şey duymuştum: İşin kalemi masaya vurmak mı? O zaman sen bu konuda en iyi ol. Sürekli bu hareketi yap! Bunu ortaokulda bir öğretmenimiz Batı’da herkesin kendi işini yaptığını, kimsenin kimseye karışmadığını anlatırken bir övgü olarak söylemişti. O adam ömrünü o işe adıyor ve sonunda o işte çok ustalaşıyor. Herkes de işinde çok iyi olduğu için Batı toplumunda işler düzgün ve sağlam ilerliyor demişti. İnsan haysiyetini kenara bırakırsak, bunun bugün doğru olmadığını biliyoruz.Daha doğrusu sadece masaya kalem vurmak gibi basit psikomotor işler için doğru olduğunu, ama katma değer gerektiren işler için yanlış olduğunu biliyoruz. Labor of division’da bu tarz tek veya çok az hareketli işlerle fabrika verimliliği arttırılması amaçlanıyor. Zaten bu da sanayi de büyük bir verimlilik artışı ile sonuçlanıyor. Sanıyorum ki artık uzmanlaşmanın artması ile tek tip iş yapan kimseler de zamanla neden tarih, felsefe, biyoloji öğrendiğini sorgulamaya başlıyor.

Neyse bunlar benim spekülasyonlarım ve muhtemelen yanlışlar. “Bu ders ne işime yarayacak” söylemini biraz daha derinlemesine inceleyelim.

1. İnsanın Çok Yönlülüğünün Evrimsel Arkaplanı

İnsanın çok yönlü olması ve farklı konularda uzmanlıklar kazanmasının evrimsel bir arka planı da var. Noah Harari’nin “Sapiens: İnsanoğlunun Kısa Tarihi” isimli kitabında bir bölümde avcı-toplayıcıların modern insanlardan daha zeki ve bilgili olduğunu anlatıyor. Şöyle ki, avcı-toplayıcıların hayatta kalabilmeleri için yaşadıkları çok geniş coğrafyayı bilmeleri, bitkileri ve hayvanları tanımaları, aletler yapabilmeler, avcılık teknikleri geliştirmeleri gerekiyor. Bunları da hayatta kalabilecek kadar iyi bilmeleri ve yapabilmeleri lazım. Haliyle de işlerinde çok iyiler. Hem bedenen hareketli hayatları dolayısı ile güçlüler hem de zihnen aktifler. Farklı konularda bilgi sahibiler ve sürekli öğrenme halindeler. Harari, modern insanın bu kadar çok şey bilmesi gerekmediği ve ortalama modern insanın da bu anlamda bir avcı-toplayıcıdan daha az bilgiye ve beceriye sahip olduğunu iddia etmişti. Özet olarak insan biyolojik olarak da çok yönlü olmaya programlanmış bir canlı. Bu konuda ikna olmayanlar biraz önce bahsettiğim “Yaratıcı Beyin” kitabına da bakabilir.

2. Hedefi olmayan lise öğrencisi olur mu?

Bu soru bölüm ile biraz alakasız gibi görünüyor ama aslında yine insanın çok yönlülüğü ile alakalı. “Bu ders ne işime yaracak” sorunusu sorduran yanılgı ile de aynı kökenlere sahip.

Öğretmenler ve büyükler lisedeki çocuğa sorar: “Hedefin ne yavrucuğum?” Öğrenciden, mesela, “bilgisayar mühendisi olmak istiyorum hocam” gibi şeyler duymak isterler. Öğrencinin bir hedef koyması ve o hedef doğrultusunda ilerlemesi gerektiği de böylece telkin edilmiş olur. Böyle bir hedefi olmadığı, daha doğrusu bir hedef seçemediği için ve neye yeteneği olduğunu bilmediği için çok fazla öğrenci stres yaşar. Bunu bilmiyor olmak kendi suçuymuş gibi. Zaten hedefi olan öğrencilerin de büyük kısmı, psikolojik olarak rahatlamak için heybeden hedef seçmişlerdir (Mesela ben). Ya da bu hedef aileler tarafından belirlenmiştir. Yani çok çok az öğrenci gerçekten lise döneminde neye ilgi duyduğundan emin olabilir. Neden?

Lise öğrencisi ne dünyayı tanır ne de hedeflediği şeyler hakkında bilgi sahibidir. Bilmediği bir işte, konuda öğrenciden hedef koymasını beklemek abestir. Wikipedia’dan tanımlar okuyarak, Youtube’dan insanları dinleyerek mesleği tanıyamazsınız. Meslek hakkında kanılar geliştirirsiniz. Tam olarak bilmediği meslekler hakkında da öğrencinin karar verememesi ise gayet normal bir durum. Bölüm boyunca pek çok defa vurguladığım üzere insan çok yönlü bir canlıdır. Yani pek çok konuya ilgi duyabilir. Ki zaten çoğu insan birden fazla konuya ilgi duyar. Böyle olunca da hedef seçmekte zorlanır. Dediğim gibi bu da gayet doğaldır.

Kısaca bir lise öğrencisinin ve hatta üniversiteye gelmiş bir öğrencinin dahi net hedeflerinin olmaması normal bir şeydir. Öğrencilerin böyle bir baskı hissetmeleri ve bu konuda karar verememeleri insanları tek tipleştiren yetenek yanılgısından ileri gelir. Ayrıca aynı yetenek yanılgısı insanlara “Bu ders ne işime yarayacak?” dedirterek eğitimin kalitesini düşürür. Şimdi bunu biraz açalım.

3. “Bu ders ne işime yarayacak?” düşüncesinin öğrenme kalitesini düşürmesi

Öğrencilere bu konuda fazla kızmaya hakkımız yok çünkü öğretmenler ve büyükler tarafından sürekli dillendirilen bir durum. Bunun öğrencinin sürekli kulağına çalınması ve telkin edilmesi dolayısıyla, öğrenci de kendi branşının dışındaki konulara ilgisini daha da çok kaybediyor. Hatta bu yanılgı o kadar güçlü ki, üniversite sınavına hazırlanan öğrenciler bu konuda o kadar şartlanmışlar ki, sınava hazırlanırken yanlış strateji benimsiyorlar. Pek çok öğrenci, branşı dışındaki konulara ne çalışıyorlar ne de soruları çözmeye çalışıyorlar. Mesela, sayısal öğrencisi hiç sosyal bilimler çözmeden ve çözmeyi dahi hedeflemeden sınava giriyor. Halbuki, her ne kadar puan katsayısı düşük olsa da, matematikten 2 tane daha fazla doğru yapmaya harcadığı zamanı, 15 tane sosyal bilgilerden doğru yapmaya harcayabilir. 15 tane sosyal bilimler sorusu çözebilmek için, 2 tane fazla matematik sorusu çözmekten daha az çalışması da yeterli olacak. Neyse…

Özetlersek, lise müfredatında nelerin eksik olduğu tartışılabilir. Mesela müfredattan kaldırılan evrim teorisi neden müfredata dahil edilmeliyi konuşabiliriz. Ya da sınavların nasıl yapılması gerektiğini… Ama mevcut müfredatta planlandığı üzere kendi alanından olsun olmasın, her öğrencinin Türkçe, Sosyal Bilimler, Matematik ve Fen Bilimlerinin tüm konularını öğrenmesi gerektiğini iddia ediyorum. “Bu ders ne işime yarayacak?” sorusunu sormak eğitimi ve insanı yanlış anlamaktır. Bu yanlış anlamda da öğrencilerin öğrenim kalitesini düşürüyor. Bu söylemin tek faydası, beynimize enerji tasarrufu yaptırması.